19 Aralık 2009 Cumartesi

.the walk.

.üstümden kalkmayan bir pus var. havanın soğukluğunda beni için için titreten bir pus. bedenimin titreşimleri ürkütüyor beni. huzurlu ruhumu öldürmeye çalışan bir zamanın içindeyim. eski griliklere dönmemi bekleyen boğuk sesleri duyar gibiyim. yanılsamalarla dolu zihnimi yiyip bitiren düşüncelere yenik düşmeye yaklaşıyorum. hayallerin gerçeğe dönmesinden hoşnutsuz olanların hırıltılarında yüzmekteyim. üstümden kalkın gidin, kaçmanın çözüm olmadığını öğreneli çok oldu. uzaklara dalan gözlerimi yakalamaya çalışmanız boşa çaba. gitmek fazla kolay artık. sadece bir an, ve hoop yokum artık çevrenizde. beni öldürmenizden bile daha kolay. gitmem işinize gelecekse durmayın, elinizden geldiğince yıpratın. evet hala titriyorum, üşümediği sanıyorum ama bu sadece bir hayal, istediğim.

"gerçekleşmelerimiz, olanaklarımızdan bağımsızdır-hatta, onlara karşıt...olabileceklerimizi olmamız olanaklı değil.olabileceklerimizi olamıyoruz.olanaklarımız olamadıklarımızdır."
oruç aruoba,yürüme

14 Aralık 2009 Pazartesi

.rüyalar yalan söyler mi?

.zihnimden akan sesleri duyabiliyor muyum hala, sanmıyorum. o kadar gürültü arasında düşüncelerim de yitip gidiyor. bir kuş sesi, bir rüzgar dansına o kadar açız ki, ama onun bile farkında değiliz. tüm ışıkları sönse kentin, tüm araçları dursa bir an, bacalar tütmese bir vakit. kaybettiğim her şey geri gelir, unutulan gökyüzü barışır yeniden. ne sokakların sesine tahammül edebilir insan ne de sessizlik sandığı fısıltılı uğultulara o zaman. her şey dinginleşir, hayat donar sanki bir an. ki zaten bu bir hayaldi. arzuladığım, bulamadıkça kaçmayı denediğim bir suskuluk anı. ne anlayabilmişimdir kendimi, ne de anlatabilmiş derdimi. şimdi sadece uzak kalmak için koşuyorum. eskiyen pabuçlarımla. sessizliğin bir fırtına habercisi olduğunu bildiyseniz eğer, beklenmedik değil bu sessiz serzenişler.

12 Aralık 2009 Cumartesi

.gri sız(k)ıntı.

.ummadığın, beklemediğin yerden gelir o mucizevi güzellikler. "neden ben?" diye sormaz mısın sen de... neden şimdi değil,neden ben. bunu hak edecek insan mıyım diye de mi sormazsın... elinde değildir, çıldırırsın mutluluktan belki de. anlamaya çalışır bir yandan da keyfini sürersin mut'un. ama mesele yalnız kaldığında bir karanlık gece gibi çökmesidir ruhuna bir endişenin. evet bu tam olarak bir endişe. kaybetmekten korkmak mı, hayır değil. o "neden" sorusu işte, yine dönüp dolaşır zihninde. eski günlerdeki bunalımlarından değil bu, başka. grinin gizlendiğini, sinsice derinlere sızdığını hissedersin. odanda ışıkları kapatır, tavana gözlerini diker uzanırsın yatağa. günden arta kalan gülümseme yorgunlukla birleşir ama birden o gri çıkagelir uykudan kapanan gözlerinin önüne. gerisi rüyalara karışır gider, unutulur bazı bazı. güne aydınlık başlasan da hafif burukluğu duyumsarsın göğsünde. sızı deyip geçmek kolay, korkarım ki çıkar bir gün bir yerden kocaman bir yara. ama şimdi yapabileceğin sadece keyfine varmak her nefesin, her anın.

11 Aralık 2009 Cuma

.git-gel halleri.

.halet-i ruhiyesi git gellerle dolu bir kişilik olarak ben-ki bir süredir sabitliğini koruyan bir mutlu, gülümser bir haldeydim-şimdilerde sevgili emektarın(yaşlı laptopum)git-gellerine eşlik etmeye başladım. sonra düşündüm ki, gerekli- ama ne kadar gerekli- bir bağım(lılığım)ız var bu teknolojiyle. evet var. zorunlu gibi gözüken ama aslında gereklilği bile tartışılır bir bağ. yetmiyori daha fazlasını istiyoruz. aslında bunu insan ilişkilerinde de görmek mümkün. sen kendinden verdikçe o daha çoğunu istiyor, sonra da anlam veremediğin bir bitkinlik bir yılgınlık. sadece tüketmeye kurgulanan beyinlere doğru evriliyor ve kabulleniyoruz sadece. sonsuza yakın veri var önümüzde, dikkatimiz dağınık ve neye nasıl tepki vereceğimiz artık karışıyor, otomatik pilota alıp gidiyoruz bir kıyamete. bir durup düşünme sürecine girebilmek için özel bir çaba sarf etmemiz gerekiyor gibi gözükse de aslında her şeyi biz büyütüyor, abartıyoruz. bu da duyumlardan geliyor biraz. basitleştirmedikçe hayatı hep yokuşa sürüyoruz. yokuşa sürdükçe "öff"ler yükseliyor. oysa yokuşun sonunu gördüğümüzde daralan nefesimize değecek gibidir çoğunlukla. zora süren biz, daralan biz, o zaman ne keyfi kaldı ki?

.nerden başlayıp nerden çıktım ben de bilemiyorum. bir sonuca varmaya çalışmıyorum sadece bir düşünsel akışa bırakıyorum kendimi. yazmak istediklerim bunlar değil belki ama yazabildiklerim bunlar. zihnimdeki imgeler kelimelere yansımasa da şimdilik-ya da en azından yazılmasa da buraya-git gel halleri bunlar.

1 Aralık 2009 Salı

.kalemsiz.

.sen de onlara benziyorsun. onlar her kim ise...toplumsal kalıpların "onlar"ı. dinlemiyor, karşındaki insan olmasına rağmen umursamıyorsun. dilden döküldüğü kadar gerçek değil, gerçekleştiremedikçe sözleri, sürekli çeliştikçe kendinle. eleştirmedikçe kendimizi, bir durup düşünmedikçe bazen, sözleri ve eylemleri giderek yok olmakta olan bir kurgusal benlik olarak izsiz kalırız. saatler süren kovalamacalar, dolanmalar, duraksamalar boşluğun içine salınıvermiş hareketsiz bedenlerden farksız. üstelik sen de giderek onlara benziyorsun, artık dinlemiyorsun.

26 Kasım 2009 Perşembe

.aksi.

.durup şu dijital sanal dünyayı düşününce bir garip uzaklaşma söz konusu oluyor. ne bir şeyin sana ait olduğunu iddia edebiliyor ne de inkar edebiliyorsun. garip bir kısır döngü. her şey dosyaların alt bilgilerinde gizli. zihinlerimizde kaydetmeyi unuttuğumuz bilgiler onlar oysa ki. dijital dünyadan nefret ediyorum. ama yine de buralarda yazıyor çiziyorum, ironi yapmak için kimi zaman, çaresizlikten. hem de kendi içine girdiğimiz ve kolayı seçtiğimiz için çaresiz olmamızdan. evet biraz kızgınım, ama ona buna kızmak yerine bu satırlardan haykırayım istedim. hep kendimle mi uğraşacağım sandınız, biraz da yalan dünyayla uğraşayım öyle değil mi ama...
.hiçbir şey düşünmeden paylaşıp paylaşıp çoğalacağımızı söylerdi bir dost. ama bazen bakıyorum ki tüketilmeye başlanmış her şey. geride kalan ne bir gülüş ne bir söz var. çorak bir yerde kalıvermiş, bitkin düşmüşsün sadece. tüketip tüketilmişsin sadece. sanal hayatın "sözde hırsız"ları ruhunu dahi çalmış olabilirler. gerçek sandığın yüzler birden yitivermiş etrafında. her şey bu kadar mı kötü, aslında değil. ama yine de sanal-dijital dünya ve tüketilip-kullanılmanın beni eş zamanlı rahatsız ettiği ve bunları sorgulama ihtiyacı hissettiğim bir noktada bulunuyorum.
.insanların çekinmeden hayatlarından zamanlarından fedakarlık ettiklerini görüp buna minnettar olmak ama yine de hep daha fazlasını istemekten kendini alıkoyamamak minettar olmamaktan daha şeytani geliyor bana. o gülümseme hep daha fazla, hep bana diyormuş meğer. hayır insanlar hakkında bu kadar da kötü düşünmüyorum ama yaşadıkça, deneyimledikçe zayıfladığımı, bittiğimi hissediyorum. peki ya değişen bir şey var mı, sanmıyorum. hala aynı biçimde gülebiliyor, paylaşıyor ve hala naif biçimde paylaştıkça çoğalacağımıza inanıyorum. ama olur da bir gün patlarsam, bilin ki boşa değil. ama yine mutlu ve huzurlu olacağım, bitap düşene dek farkına varmayacağım kendimden ne çok şey verdiğimi. o zaman da bir sarsılıp, durulup biraz daha azalarak ya da çoğalarak devam edeceğimdir.

31 Ekim 2009 Cumartesi

.gri olamayan rengim.

.sıkıntıları biriktirmekte, sonuç olarak da gri ruh haline asla geçememekteyim. bünyem bozuk, bu da endişe verici. keyfim olmasa tamam ama öyle de bir şey değil ki bu. fazla iyi iken her şey sıkıntı olabiliyormuş demek ki. bu koşullar altında yapmayı deneyebileceğim şey nedir ki, bunalım moduna girmek mi? büyük saçmalık, cümlelerim gibi. o zaman biraz yazmak biraz çizmek-ama kendi içime kapalı biçimde-en ideali. o zaman biraz uzak kalalım gerçekliklerden güzelliklerden.

30 Ekim 2009 Cuma

dark-ness


.karanlık sandığımız aslında mutlak karanlığın kötü bir taklidi olmaktan öteye geçemez. şehrin ışıkları dahi olmasa da karanlık sandığımız gecede yıldızlar vardır nokta nokta ışıklarıyla. gece sadece çirkinlikleri örter, sessizliği getirir, ürpertir. karanlık değildir, daha doğrusu karanlık dediğimiz bir taklittir yalnızca.
.yıldızların nerdeyse hepsini gördüğünüz, toprağa uzandığınız vakit dünya sizin olmuş gibidir ya, karanlığı hissettiğinizde de dünyada ne kadar küçük ve yalnız olduğunuz nettir. aydan sonra karanlığa da sevdalandım sanırım. mutlak karanlık ve mutlak sessizlikte mağaranın sesiyle temizlendim dakikalar içinde sanki. taşa toprağa bulanıp, nefesinin sesiyle karışan rüzgara eşlik edip yürümek gibi, hayatı unutmak ama tam olarak da hayatın içinde olmak. saatlerin anlamsızlaşması ve yitmesi.

27 Eylül 2009 Pazar

."is anywhere better than here?".

.kapattığında kapıyı, geride endişe kalmasa istersin. çıkıp gittiğin gibi dönmeyebilir hatta hiç dönmeyebilirsin. sessizliği ve yalnızlığı arzulaman garipçedir kimilerine göre. önemsemez, aldırmazsın ama patlarsa ya bir gün beklemediğin vakitlerde. henüz berraktır ruhun, durgundur suların ama karşı konulamaz biçimde yükselince ses, biraz yıkılır mutluluklar. umutlu yanı söner belki yüzünde, tekrar gitmek istersin, ya da hiç gelmemiş olmak. ufak kaçışların hayalinde...

24 Eylül 2009 Perşembe

."say goodbye to the city".

.bugün yeniden gitmek düştü içime, çokça yakındı, haydarpaşa'dan eve dönmeyi neden severim sanırsın, her an eskişehir trenine atlayabilirim deli anımda. okuyacağım bu akşam, sakince, tindersticks eşliğinde, belki de az biraz yazarım, geldikçe kelimeler içimizde tutmaya gerek yok sessizliğini koruyabildikçe insan, tercihimdir.
çokça garipçeyim. delice.

19 Eylül 2009 Cumartesi

."finally found my life, i'm finally free".

.bir adımla başladı her şey,her adımda yaklaştığım-uzaklaştığım ama esas dinginleştiğimdi mevzu. şehre dönmedi ruhum, hala evini bulmak umuduyla olmasa da aramakta serin, gölgeli, dikenli patikalarda. hala yürümekte. dönüş yok eski şehir hayatına, huzurluyum.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

.zamansız anlamsızlık saçması.

.ağzımdan dökülüverirken kelimeler çoktan yitirmişti anlamını ki o kadar görünmezlerdi. sadece boşluğun boşluğuna koyamadığım taşlardı. anlar doluyor, boşalıyor, zaman kayıp gidiyordu. kalıplar içinde insanlar diziliyordu önüme. huzurumu anlık kaçıran gereksiz detaylardı hepsi, görmezden gelebilecek ve boşverecek kadar rahattı içim. ama kelimeler geliyordu yeniden üstüme, kalıplı insanların tek düze seslerinden, ezbertilmiş sözlerinden demetler saçılıyordu önüme. oysa bir berduştu hayatın ucundaki, inandıklarını söyleyip susmuştu çoktan, bir dostun gülüşüne bakar bir daha gülerdi. basitleştiremezken zorlaştırmayı bu kadar iyi bilmenin üstünlüğü değil ezilmişliğini taşımak mıydı gurur veren?

25 Temmuz 2009 Cumartesi

.göndermeler.1.

.nefreti nasıl sokar insan içine, hem de o kadar uzakken. anlamak zor, elim tutuldu, yazamıyorum.

21 Temmuz 2009 Salı

.ravi shankar etkisinde sakinim şimdi.

.bugünün büyük bir kısmı çok sevdiğimiz arkadaşımız kedi hatun emel'i beklemekle geçtiyse de insanlar benim "şizofren" olmadığıma inandılar-sonunda. haftalardır çaycılarda süren uzun süreli oturma rekorunu henüz kıramamış olsam da,merak etmeyin yakında onun da müjdesini vereceğim(danışman geçidinde mustafa abide 5 saatlik rekorum var,10 saat oturanı da varmış ama mesele kendini aşması insanın). yine dolup boşalan bir masada insan yüzleri değişirken, çaylar gelip boşlar giderken bir 4buçuk saat geçti, bunu kimse inkar edemez. eve dönüş yolunda kalabalık grubun parçaları olarak "yayalaşa(ma)yan" istiklal de kah birbirimizi kaybedip bekledik, kah birbirimizi unutup yürüdük. ve otobüs, ev yolu. işte ızdıraplı yolculuk başlıyordu, ama bunun farkına henüz varamamıştım. yanımdaki turist hatun, genç "delikanlı" türk erkeklerini etkilemiş olmalı ki hemen kendilerini ona yakın göstermek için aralarında ingilizce konuşmaya, birtakım yapılara "you know, this is istanbul technical university..." gibi cümleler kurmaya başladılar, turist hatun beşiktaşta inip de beni bu "sevimli ve içten" gençlerle başbaşa bıraktığında başıma geleceklere hazırdım, geri kalan yolda aynı muhabbeti sürdürmece ve turist davranışları sergilemece. akılsız başım, elbisemin devasa ceplerine kitabımı sığdırabildiğini gördüğüm halde diskmani evde bırakmak hatasına düştüğünden, bu cefayı çekecektim. neyse ki benden önce indi o aksanlarını unutamayacağım muhteşem insanlar.
.lütfen yapmayın, turist yanında turist olmaya çabalamayın, yemiyorlar bu numarayı, ayrıca 10 dakika sonra otobüsten inince de kalıveriyorsunuz turist halinizle.

29 Haziran 2009 Pazartesi

.a change of seasons.

.nereden düzeldiyse hayat, bir diğer yandan dengeler, kayıp gider elinden. şimdi değil yarındır zamanı. sonra yeniden oldu dersin, yanılırsın bir kez daha. düşmeye alışan bedenindir, ruhun teslim olur. yarın değil dündü dersin, kaçmıştır tren. yolları bir daha kurgularsın, hiç de hayallerindeki gibi gelişmeyecektir oysa. bir kez daha güvenirsin, koşarsın çokçana, beklersin bir o kadar da, ne geleni vardır ne de gideni bu kasabanın. hadi umut dersin, umutlarla büyür sulanmayan çiçeklerin.
.bir kadeh şarap elinde, göğsünde bir sızı, gözlerinde uykulu mahzun bakışlar. şimdi değildi vakti, geçmişin atılmayan adımlarındaydı. yüzü güler yine de, o şarabı içemez bekletir, zamanı geri getiremez ama bekletir onu da. saçmalıklarla dolu sayar yaşamını, oysa sadece herkes kadar ufak boşluklar yaratır nefes almak için. kaçıp gidemediği her güne yanar, kaldığı her andan keyif alır. söylendiği kadar mutludur aslında. dünden kalan külleri savurdukça üstüne yapışır, silkinir, olmaz. koca deniz bekler onu yıkamak için, temizlendiğini hisseder ama asla eskisi gibi saf olamayacaktır. kurtulamadığı bir yığıntı vardır, oysa ona ait değildir. terk etmeyen bir şeyler vardır üstünde, oysa yüreği rahattır o konuda, ama anlamazlar, gitmezler, bilemezler. kabullenmek en zorudur onlar için. öyle kabul edilmelidir, ama edilemez, gerçekdışıdır kimine göre.
.göğsündeki sızıyı dindirmek için gidiyor bak, onların yüzünden değil, denemek için, çözüm umudunu test etmek için. umudu yaşattıkça içinde, var oldukça sevdikleri, sevenleri nefes almak daha kolay.

25 Haziran 2009 Perşembe

.çöplüğünde öten tavuğun fantastik masalı.

.bütün saçmalığım üstümde yine. cümleler ifadeler yitiyor. pek de möhim değil aslına bakarsan. bir terslik var ama o kesin, bir gudubetlik var, bahtsızlık bulutları yakınlarda geziniyor, arada yağdırıyor. ama bir o kadar da kaygısızlıkla birlikte bir keyifli ifade var yüzümde-göstermiyorum da biliyorum var- ferahlık var keza içimde. ama bir o kadar yerinde duramamazlık, sokak çocuğu olma durumu mevcut. ayrıca hala progressive dinliyorum, valla bunalımda değilim. inanmayanları dışarı alalım.
.o zaman mevzusuluktan bunalanlara bundan sonra ki satırlarda umutlanmamalarını yeniden hatırlatarak serbest saçma yazımına devam edelim. bence bu sıcakta yemek yenmez, peki neden yiyoruz, valla bilemedim. kendimi tanımlayacak bir şarkı seçmeye çok yaklaştım ama bu sefer de kadıköy de dolanırken her zamanki gibi bir başıma ne yapacağıma karar veremeden yine sokaklarında kaybolmaya çalıştım. bu kadar da boş-beleş bir insanım dostlar. beni böyle bilmediğini düşünenleri yeniden dışarı davet edebilirim. ben feci insan ayırt ederim, açığımdır, acımam. sevmediğimi sevmem, uzak dururum. rahatsız ederse beni bir kişilik kimseye rahatsızlı vermeden kaçıveririm. faşist deyin isterseniz, tanımsız olmak tercihim ki öyleyim.
.aman yahu, in between dinleyecektim bugün, oldu mu şimdi peyote?

11 Haziran 2009 Perşembe

.illusion.

.bir an gelir ve donar vücut, tepki veremez, kalbin sızlamaz olmuştur artık. nedenini bilmez belki pek de sorgulamazsın. şimdi değil, sonra hiç değil, bir aralıkta, zamanın sıkıştığı kuytudadır. o anı bulduğun vakittir belki de donukluğu üstünden atabildiğin.

8 Haziran 2009 Pazartesi

.islandic dreamer,once again.


.ada rüyaları. ne garipti. ay kocamandı üstümüzde ve deniz dalgaları kulağımızda. etrafta olağan bir sessizlik ve taşlar üstünde bedenler. ada rüyaydı, bozdu, gerçek dışıydı. ama uzaktaydım bu kez. şehir yakındı, ama adaydı sularım, karalarım. geç oldu saat, gözlerim zorla kapandı, sonra bir gerçek-rüya sardı beni. uyanıyorduk, güneş doğuyordu, ay batmıştı, çok değil, az önce sağ yanımdaydı, sonra sırtımı ısıtan güneşte oturuyordum. gerçek- rüya bittiğinde ay batmaktaydı. birdenbire kalktı yerden 3 beden, selamladı sanki ayı. kızıla yakın turunç renkli ay. bir kez daha aşık olabilirdim, uyku sersemi, rüya çocuğuydum. uyandığımda 2. sabah olmuştu bana. güneş doğmuştu yeniden, yine arkamızda. deniz yine ayak ucumuzda, serçeler etrafımızda.
güzeldi gece, uzun zamandır olmadığı kadar, ve çıplaktı sonunda, vücudumuz toprakta taşta.

12 Mayıs 2009 Salı

.peki ya insan ne ile yaşar?.

.bu soruyu bienal soruyor bize bu yıl. hani nerden geldi aklıma, onu boşverin de. insana hakikaten ne ile yaşar? şimdi baksak hayatımıza, tüketmeden, hırpalamadan, kırmadan yaşanmıyor. oysa naif insanlar olarak kalabilirdik. sadece gülerek yaşar diyebilmeliydik. sadece müzikle yaşar, sadece gezerek yaşar ya da bunun gibi bir sürü deli saçması şey uydurabilirdik. bir anla yaşayabilir, anlar döngüsü içinde yenilenebilir belki de. insan ne ile yaşar, hadi söyle. sadece kendi kendiyle bile yetinebilir aslında. pek de bir şey aramadan.

şimdi kendimi bir esintide sürüklenir hale bıraktıysam sadece sevdiklerim, özlediklerim ve paylaştıklarım içindir. insan yetinebilir elinde olan olmayan ama salt benliğiyle. insan ne ile yaşar diye sormaya dahi gerek kalmaz bu hayatta.

.öyle bir gelmişti.

.garipti günleri mayısın. hızlıydı saatleri, bilemediğim, tutamadığım bir şeyler vardı. bıraktım ben de. rüzgarın savurduğu geminin içinde sadece karşı kıyıya çıkma isteği ve özlemi vardı. hafif buruktu yeniden içim. daha sakindi anlar. yorgundu ya beden, istemiyordu fazlasını. bu gece bana izin deyip, yatağını arıyordu kendince. eski şarkılar vardı aklımda, sözleri hep ağzımda yarım kalan, melodisi zihnimi terk etmeyen. meşguldü gereksizce. yeniden yeniden denemekte ve yanılmayı beklemekteydim. şimdi zamanıydı, belki de çok zamansızdı herhangi bir şey için.

10 Mayıs 2009 Pazar

.kısa bir kendini hatırlatma.


.uzun bir sessizlik, ardından bir rahatlama. şimdi bakıyorum da, zaman durmaya yakın.
1 hafta sadece hareket halinde olduğumu, konuştuğumu, saatlerin akışına karşı durmaya çalışıp koşmaya başladığımı hatırlıyorum. şimdi ise tek bir şey kaldı önümde, bitirme. ama ondan önemlisi, gevendeye geri sayımın sonuna gelip son bir bekleme safhası.
güzel günler geçti, hızlıca, gerginlikler, mutluluklar, ikilemler arasında. artık dinlenme vakti.

21 Nisan 2009 Salı

.bulanıksa sularım,susarım.

.ılıksa hava yeter gülümsememe. ama yine de dolduramadığım boşluklardan sızar sıkıntılar, soğuktur elim, yüreğim kadar soğuktur. çiçekler açar dinlediğim müziklerin arkasından ama kurur bedenim günden güne. sanki bitmek bilmez bir gündür, günlerdir. kapıyı çekip çıkarım, arkama bakamam, ağlatır bu garip poyraz esintileri. mevsim doğrudur, yanlış olanı düzeltemem kendimde, baştan yazılamayacak kadar kanıksamışımdır sözlerimi, unuturum her yeni şeyi. değişime hazırımdır belki ama cesaretim kalmıştır güneyde. mesafeleri ölçemem, seslere dalar ruhum, beklediğini unutur, özlediğini unutur, sevdiğini anımsar. ya da yıllardır sevemediğini, sevemediklerini ve dünyaya karşı ördüğü duvarları zorlar. tırmanacak hali yoktur bedenimin, yıkılmaz da o taş örülü duvarlar. aradan sızan ışığı bahar sanar gözlerim, hayal edemeyeceğinden fazla büyümüştür oysa dünya. gece-gündüz karışır, uyurum. uyanırken ürperirim, rüyalarımdakilerle yetinirim artık.

5 Nisan 2009 Pazar

.beklerken.


epey vakit geçti üstünden,açık radyo'da bir akşam gevende'nin geçmişi ortaya saçıldı. evlerinde yaptıkları kayıtları,çok kaliteli olmasa da sonunda kasetten geçirebildim bilgisayara. paylaşayım dedim.
buyrun

31 Mart 2009 Salı

."sokakları arşınlarken".

.sokakları rahatsız etti beni. buralarda hiç yürümemişim gibiydi. insanlar yabancılaştığımdı, ama sokaklar kusuyordu üstüme, koşarak kaçmak isterken olduğum yere çöküp saklanmak istedim çocukça. istemedim tanıdık yüzlerin seslerini, istemedim isimlerini unuttuklarımı, dilimi konuşmayanları istemedim, dinlemek istemedim. şaşırdım. zaten bir şeyler vardı içimi kemiren, yetti.
.ama bir yandan da bak lodos kandırmasına rağmen hava ısınmış, güneş yüzünü göstermiş, her sabah üstüme gri bulutlar yerine sıcaklık düşmüş. kaygılı uykularım, korkulu rüyalarım ile yeterince ürkmüştüm bu dünyadan, bir de üstüme gelen insan kalabalığı, gürültüler, bağrışlar.
.yeniden kentten kaçasım var, en çok da insanlarından.

.demirhan baylan(sokakları arşınlarken) a ve eski kadıköy e özlemlenirken
.

29 Mart 2009 Pazar

.kaçak gözler.


.gözlerinde gördüğümdü umut, titreyişimdi bir anlığına. limon kokusu yanında o garip yeşillik ve grilikti aklımda kalan. unuttuğumu hayal edip içimde sakladığımdı. şimdi karanlığında yürüdüğüm sokaklardaki yansımalar, sesler. bilemedim gideceğim yeri, koştum zaman zaman, kaçmaya sadece. şimdi saat kaç? neden gelmediler? güneş doğacak birazdan, ısındığını bileceğim havanın ama içim yine de üşüyecek, ılık bir şeyler dolanacak içimde sonra belki de.
.bilemedim sözlerimi, çizemedim yolumu, okuyamadım içindekileri, gidemedim yine. kalamadım hiç, hiç bir zaman diliminde.

25 Mart 2009 Çarşamba

.mutfaktan çıkanlar.

.gündemimiz nedir-yerel seçimler. dinledikçe sevgili belediye başkanı adaylarını mesleğimin önemini anlıyorum. fakat şöyle de bir şey var ki, ben plancı değilim, olmak da istemiyorum. ama şehircilik bir bakış verdi bana, okul beslemediyse de kapıları açtı önüme. şurda 2 jüri 1 eskiz sınavı kaldı mezun olmaya, olabilirsem tabi. peki ya sonra, biraz daha okuyacağım tabi, ama plan çizmeyeceğim mecbur kalmazsam, yoksa sanırım pek bir keyif alamam hayattan. çalışmak lazım tabi, geleceğim şehircilik değil, belki bu şehirde bile olmaz.
.mutfağı seviyorum,çok hem de, üretmeyi yemekten çok. ben pasta-kek-kurabiye yapsam, aşçılığa meraklı(ismini vermemi istamez belki diye saklıyorum) bir dost ve hep şarapçı olmak isteyen can'la ufak bir yerimiz olsa. deniz'i de istiyorum ama, onun enteresan kekleriyle mutfağın tatlı kısmını oluşturacağız. ne güzel olurdu, bir yandan yazar, bir yandan mis kokular içinde kurabiye yapardım. yapabilirim hala. daha hayalperest planlarım da yok değil hani. gezgin bünyenin ne edeceği belli olmaz.
.leziz günler.

18 Mart 2009 Çarşamba

.beynimde eksilen çok şey var.

.bugün bir değişik şapşal haldeyim. sabahtan beri bir şeyleri bir yerlerde unutmalar, yanlış filme bilet almalar vs. bir pafta var, belalı, onu okuldan çıkarken de unuttum ama hatırlayıp geri döndüm kapıdan. vapurdan inene kadar işte o bahsettiğim yanlış filme bilet alma hadisesi dışında bir şey kaybetmedim. vapurdan indim, çat, önce çakmak düştü. örgü kesem var bir tane, hani telefon-cüzdan-akbil filan bulunur içinde. sonra dudak nemlendiricisi, çat, o da yerde. toplaya toplaya giderken bir baktım, kese alttan açık, artık sokağa eşya saçmaya yarayan bir uzuv haline dönüşmüş. zaten bu aralar bir şeyler örecektim, madem bu da söküldü deyip yüncü amcalara uğramaya doğru yollandım. tabi çarşıdan geçerken kahve kokusu bir cezbetti beni, hatırladım evde kahve kalmamıştı. tabi ki aldım hemen, torbasına da o lanet unutulan paftamı koyuverdim. ama bu arada dengem yerinde değil tabi, kesem yok, bunu unutmamalıydım. işte ne olduysa yünleri alıp, cüzdanı çantanın orasından çıkar, tekrar koy, aman orada mı kontrol et derken kahve torbasıyla birlikte paftamı da arkamda bırakıp gitmemle sonuçlandı. tabi ben bunu fark ettiğimde kadıköy'den uzaklaşan otobüsün içinde hala şapşalca etrafa bakınmaktaydım.

15 Mart 2009 Pazar

.re-turn.

.güzel hislerle döndüm bu şehre, hislerle döndüm, hissederek döndüm. mutluluğun ve huzurun ötesinde bir şeyler var. inandığım ama öldürdüğüm sevgiyi buldum, mesafelere ve tek başına alıp başımı gitmelere ihtiyacım varmış meğer.
.kaçıp gelebilirim, kaçıp gelebilirler, gülümsemeyle beklerim, beklerim.
.umut buldum bir yerlerde, gördüm o ruhu, ayakta duruyordu, sözünü sakınmıyor, gülümsüyordu, tutunuyordu. umut var bu hayatta hala.
.dolunay gibiydi, apaçıktı, mutluyum, ılık içim.

11 Mart 2009 Çarşamba

.güne, geceye, denize, adaya.

.bugün ay kaçak.
.önce bulutları topladım, ada havasını hayal ederken. sonra da bir deniz düşündüm soğuk mu soğuk, ada açıklarındaki dalgalarını sonra da. birileri ay toplardı bana, bu gece ayın soluk yüzünde kaldım.

6 Mart 2009 Cuma

.sahtelikten arınmaya, uzak kalmaya...

.içime sızdı. orada kalakaldı işte. ne bir güzelsin dedirtti yine bana. beni insansı kıldı. çok uzaktı, çok yakındı.
.hep tanıdıktı ilk duyduğumda bile, yılların sakladığı ama büyütüğü bir dostluktu sanki onlarınki. ellerim, gözlerim, bedenim benden kurtulup da özgürleşiyordu onlarla sanki, saflaşıyordum. çocuktum, huzurluydum, deliydim. susar beklerdim, hayal ederdim seslerinin çizdiklerini, çizdirdiklerini beynime. yazardım, sonu olmayan masallar, bitmeyen cümleler.
.şimdi boşluklar içinde hissedebildiğim kocaman bir deliğin dibine çekilmiş her şey. bekliyorum. özlemimi saklayarak, daha çok yazarak, gizlice karalayarak oraya buraya.
biraz da kaçıyorum şimdi, içimden gelmeyerek oturmamak için yanınızda.

3 Mart 2009 Salı

.hard to tell.

.uzatıp dururum lafı. dolandırdıkça sapar sanki gerçekten. kendimi nasıl saklarım diye kurarken kafamda yorulurum üstelik her şey açığa çıkmıştır artık. ya da yine ben beynimde kurgulamış ve yine vakit geçirmişimdir. söylemediğim okunursa yüzümden diye başım öne eğiktir. kendi sırlarımı da burada böyle ifşa ederim. korkacak şey çoktur hayatta, hepsinden korkarım. kaçarım bolcana. kandıramam kimseyi, uyduramam pek. ama kendimi saklarım işte, ya da şaşırtırım belki birazcık, uzattıkça can sıkarım.
.i loved too much, now i can't love one or the other.

28 Şubat 2009 Cumartesi

.no way out.

.bir şeylere isyan ederiz, belki de çok hakkımız değildir ama ederiz, söylenir dururuz. aslında akşamına içip keyfedeceğizdir. bu günler de sayılıdır ama güzeldir aslında hayatlarımız. hüzünler kendi projelerimizin bir parçası, bunalımlar da karalamalarımızdır. basit denklemlerin sonsuza varan sonuçları bizim uydurmamızdır. kurgunun bittiği noktada ölürüz. ölümü kutlamak yerine yine ağlamaklı yüzlerle hüzün ve yas satın alırız. zenginliğimizdir bütün gri günlerimiz. o zaman 1 ay sonra neden eğleniriz diye sorgulamayız, gerekmez. geçmişi çabuk unutur, ama yine de kendimizce belli anlarından kurtulamayız, tekrarlarız.
.ruhu diri tutsun diye mi acı çekmeye özeniriz, kendimizi değerli hissetmek için mi severiz, belki de hepsi saçma nedenlerdi şu saydıklarımın. ama hep bekleriz kerşılığını. almak için veririz. pis bir türüz, hayvanların da akıllarından geçeni bilebilseydik belki de onlar için de bunları diyecektik ama bilmiyoruz.
.ben kendimi biliyorsam, ve yaptıklarımın altındaki art-niyetlerden haberdarsam pisliğim işte. sahip olduklarım, olmadıklarım, hayal ettiklerimle bu dünyanın saflığının yittiği noktada toplaşmış insanlık sürüsünün içindeyim.
.aidiyeti reddediyorum. hayata geçiremiyorum, bekliyorum, zamanı var, çok değil ama var. maddiyatı reddediyorum. düşüncelerimi olgunlaştırıyorum beklerken. isimleri reddediyorum, isimsiz, izsiz, yersiz olmak gerekiyor. bu lanet dünya üstünde iyi bir şeyler olmasını istiyorsak reklamdan vazgeçip ayağa kalkmalıyız usulca, sahnenin arkasında olmalı, gösteri bittiğinde çoktan başka bir şehire yürümekte olan sade insan olmalıyız. kendi kurallarım, kendi oyunlarım.
.hiçbir söze inanmıyor, hiç kimsenin vaatlerine kanmıyorum. dilediğiniz kadar konuşup yazın, yapamadıklarınız yanınıza hikaye kalsın.

22 Şubat 2009 Pazar

.missing pieces inside somebody that i'm becoming.

.takılmışım bir şeye onu der dururum. en iyisi susmak derim, yazarım. saçmalıklar saçarım ortalığa, can sıkarım. buralarda durmakta ısrar eder hayat, kaçar içimdekiler. huzur vardır diplerde, uyurken gülümserim bilmeden. her şeyi bırakıp kaçarım tanıdık kalabalıklardan yabancı ıssızlıklara, dururum bir süre. kopuktur sözlerim, kısıktır sesim, gittiği yeri bilinmez zihnimin.

.stay away for yourself.

.sometimes you just can't stand all the voices around you. leave me. can't stand anybody.

14 Şubat 2009 Cumartesi

.touch me or hit me,doesn't make any difference.

.değişen ne?
.ben ya da bendeki diğerleri. ne fark eder. önemsiz.
.canını acıttıysa sözlerim, tek diyebileceğim; ben böyleyim. üzgün filan değilim.
.aslına bakarsanız, oldukça da keyifliyim.
.biraz görünmezim, rahatsız ediciyim, memnunum halimden.
.aldırış etmeyin, alınmayın.

.highly recommended to stay away.

21 Ocak 2009 Çarşamba

.kayıp gün(ler) den sonra yeni bir gün.

.taşkışla'da geçen 70 küsür saat uykusuz 3-4 günden sonra evimdeyim ama bilir misiniz hala 90'lar etkisindeyim. oya&bora ile büyüyen 5-6 yaşındaki çocuk halim geri geldi taşkışla da sabahlar iken. "kesik+yanık eller" kombinasyonuyla makas eller johnny ye karşı rakibim artık. koridorun korkulu adamı emin onat ile geçen 3 gece bunla bütünleşen günlerden sonra ev garip. her neyse.
her gece çıkılan gezilerde, çatıda mimarların tuzaklı sınıfından çatıya uzanıp ay dedeyi aradık, anladık ki götkafes onu da himayesi altına almış. mimarlar ya yoğun ve sınıf düzeninde birlikte çalışıyorlar ya da tek başlarına süit odalarda. ama hepsi sessiz. hele bir şehirciliği ziyaret etselerdi 90'lardan 70'lere müzik kuşakları, bitmeyen kahkahalar, otoket yardımı aktarımları çığrışları vs. ile karşılacaklardı. taşkışlanın .atı sınıfları geceleri ticarethaneye dönmüştü, görünüşe önem vermeyen insanalara özel kettle var idi, valla içeri danışmadık ama kettle sabahlara varan saatlerde şart. bizim özel mutfağımız var idi tabi, kettle da bir şey mi cam önü buzdolabımız, şarap mahzenimiz, dünyanın her yerinden çay çeşitleri vs...
o zaman resimli hikaye kitabıyla bu günleri özet geçelim;




biz seni çok sevdik emin onat,ancak sen bizi hep korkuttun. elindeki ne, lütfen söyle...

sıkılmayalım diya bize eşlik eden çocukluğumuzdan kalan bir parça daha ama bu sefer kesinlikle "gerçek barbie".

rus ajanı, erotik yıldız çocuk programı sunuyor. sunucumuzun önündeki ayran-yoğurt sofrası da az sonra rakı sofrasına dönüşme potansiyelindeydi 2 gün boyunca.




.tabi. uykuya yenik düşenler olmadı değil.

.mutfağımızın merve eli değmemiş hali.sonra çeşitlilik artarak bir de düzenli hale geldi.



ve mimarların iletişim biçimi, ilanlar. kettle ilanını bir daha bulamadım, heralde satmışlar...

14 Ocak 2009 Çarşamba

.to find my homeland.

.bu şehr-i istanbul yordu beni. aklımda hep gitmek oldu istanbul olunca konu. şimdi evimden dışarısı yabancı bana. insanlar anlaşılmaz. aynı dili konuşuyoruz, dinliyorum ama anlamıyorum. sevgi duymuyorum, burada beni tutabilecek her türlü çekimi kaybediyorum. seneler ama kısa seneler içinde hayatımın geri kalanını buradan uzakta geçirme planları içindeyim. istanbul'a bir yabancı gibi gelip, 1 hafta kalıp geri dönmek istiyorum uzaklara. yabanileşen benim, istanbul vahşileşse de çok sorun değil.

.uzakta kalmak gerek bana buralardan. ada gerek. soğuk, sessiz, sade ada gerek.

12 Ocak 2009 Pazartesi

.nothing and nothing comes around.

.her an yıkılabilecek gibi duruyordu duvarın üstünde. gözlerinin altındaki morluk ayların bitkinliği miydi, yoksa sadece şu son bir saatte yaşadıkları, unuttukları, unutamayıp da çukurunda debelendikleri miydi? şimdi oturup bunları kimseye anlatacak değildi. başına inanılmaz ağrılar saplanıyordu, beyninden çıkmaya çalışan yaratıkları hayal ediyordu, onlarla baş edemeyecek kadar yıkılmaya yakındı, hem de duvarın üzerindeydi her an düşebileceği. çıkamadığı hiçliklerde boğulmaya bıraktı kendini. çevresindeki sesler giderek boğuklaşmıştı bir zaman önce, kestiremiyordu. anlam verebileceği sesler değildi, netsizlik hakimdi. görüntüler de daha çok bir emprisyonist ressamın fırça darbeleriydi. duygulanımlar anlaşılmazdı onun için, sesler de. benlik ve teklik hakimdi ruha. içindeki yaratıkların homurtusu yine beynini zorluyordu, dışarıyı arzulayan yaratıkların bitmeyen devinimleri. bir anlık ferahlık, huzur yine o anlaşılmaz insan sesleri ile bozuluyor ve sürekli içsel yaratıksal haraketler ve dışsal anlamsız yankılanmalar arasında daha çok sıkışıyordu.
uzandı gökyüzüne, denizler geçti bir balonun arkası süzülürken bulutların arasında, duvarlar gördü kocaman, insanları gördü o duvarların arkasında. o tarafa hiç geçemedi, hep onları izledi yukardan. üstlerinden uçarken düşmeye başladı, sonsuzca düştüğünü hissetti, ilerleyip hiç mesafe kat etmediğini. gidemediğini ve hala duvarın üstündeki oyunlardan yorulmuş bitkin çocuk olduğunu anlayamadı. bugünü anlayamadı.

11 Ocak 2009 Pazar

.the moon and the sleep and the icelandic feeling.



.bir süredir dream theater ile izlanda arası garip bir yerlerdeyim. her şey sevgili zihni müzik'te tesadüfen bulduğum awake cd'si ile başladı. müzik setimle birlikte her gün bu albümü 5-6 kere dinledik bıkmadan. her dinleyişimde daha çok sevdim scarred+space-dye vest'i. bu arada hep evdeyim, sabah kahvesi keyfi bile yapıyorum annemle. çoğu zaman yaptığım gibi anneme bir şeyler dinetip-izleteceğim. dünyanın en sevimli klibi olduğunu defalarca dile getirip izlettiğim sevgili blur-coffee&tv. izledik yine. kahve keyfine uydu bu. blur da birleşiyormuş. bakalım damon yine animasyon karakterlerle yeni işlerle bize seslenecek mi diye içimden geçirdim ben sonra da sesli düşündüm biraz. anneme bütün blur hikayesini özetledim sonra da gorillaz'dan bahsettim. dinledi beni, çok da önemsizdi aslında bunlar ama o dinledi, çünkü o bir anne, heralde ondan dinledi.
.odama geri dönüp yine gereksiz işler müdürlüğü yapmaya başladım, film araştırıyorum. nerden çıktı bilmiyorum ama bir dogme 95 muhabbeti ve onun üstün karşıma çıkan şaşırtıcı gerçeklerle olaylar birbirine bağlanmaya başladı.



tesadüf #001. blur-coffee&tv dogme filmleri listesinde.



bu arada dogme filmleri listesinde 3 adet türk yapımı da var. hem de biri bayağı eski
dogme filmleri derken "reykjavik 101" diye bir filme rast geldim bir blogda. haydi bir indireyim dedim. indi, izlemeye başladım. credits filmin başında ve gözüme çarpan bir isim, damon albarn. haydi.
tesadüf #002. damon albarn izlanda'ya da bulaşmış. hilmar'la izlanda filmine müzik yapmış.
neyse neyse deyip devam ettim izlemeye. film müziklerini bulamadım bir türlü ama azimliyim bulacağım.



.gün ilerliyor, hava kararıyor ve ay odama sızıyor. dolunaydı dün gece, uzun zamandır odamdan göremiyordum, gördüm. pazar akşamı-yani bu akşam da- geç kalınmış da olsa bir dolunay şarkıları gecesi var kadıköy'de, baktım ki başka şeyler de var. anton barbeau diye bir ingiliz arkaoda'da çalacak imiş akustik işler. adalılar kuşattı beni.
tesadüf#004. bu seride blur işle başlayan adalılarla olan ilişki önce izlandaya damon ile sıçradı, sonrasında geri bir sıçrama ile ingiltere'ye bağlandı yine.
.gece ilerliyor, bir yerlerden gelen bir film ismi, müzik filmi. yine izlanda. hemen indirilip izlenmeye hazırlandım. bu arada ay kaçmadan yere uzanıp bakındım ona. hemen bir şarkı geldi dream theather'dan.


tesadüf#005. "wait for sleep" dolunay gecesinde ay ile bakışan bendenizin hal ve durumlarını özetlerken bir yandan da genel uykuya geçememe halimi anlatmakta başarılı. yine dream theather, oysa sigur ros'a geçmeme bir adım kalmıştı.


(tesadüf#006.dolunay varken uyuyamayan tanıdığım tek insan dolunay varken geç bir vakitte iletişime geçti, aylardan sonra.)



.izlanda müzik filmi izlenirken dream theather'dan vazgeçememek ve izlanda'ya göç etmek düşünceleri beynimde karşıyor birbirine. anteni bozuk radyo gibiyim, frekanslar karışıyor. hiçbir şey durulmuş değil. garip izlandik blogları keşfesiyorum, dream theather konserleri indiriyorum ama an itibariyle amiina, frakkur, slowbow vb. izlandanın bizlere bahşettiği güzelliklerle oturuyorum.
bir de şunu keşfedip buradan da daha değişik yerlere gittim.
bunu okuyun. sigur ros'u en iyi anlatan yazı olmuş. tebrik ederim bu dostu.

9 Ocak 2009 Cuma

.kediler,bahçenin hayaleti,saçmalamalar.

.evinden çıkmayan asosyal kedi bildiriyor. dışarısı fazlasıyla ürkütücü bir hal almaya başladı. uzun sessizlikler, bunu anlamlandıramayan insanlar. griye yakın bir ruh hali içindeyim belki ama susmak rahat olduğum hal.
.tek başıma olmayı seçmem, ortabahçenin bir köşesine sinmem garip mi? bence değil. sonra kediler var hep zaten etrafımda. korsan, kürklü zibidi, bir de yeni bir kediler. şimdi kedilerden bahsedecektim aslında. bu yeni kedilerden birinin yüzü kediden çok yaşlı bir insan suratı. bakışları, duruşu hep yaşanmışlıklar ve yılların biriktirdikleriyle dolu. çok acayip. bir benjamin button yüzü var onda. onunla bakışmak insanı ürkütebiliyor.
.kedilerle yaşayan yalnız kadınlar gibi hissettim kendimi. ama hayır kedileri çok sevdiğim söylenenmez, sokakta, adada, ortabahçede sevebilirim ama evde değil.
.bu kadar saçma bir yazı daha yazmadım heralde daha önce.

4 Ocak 2009 Pazar

.within me a lunatic sings.

.yılın başında neler yaptım merak eden varsa okumaya devam edin lütfen.
.evet dediğim gibi kendime matara aldım. (işte bakın kendisi burda.)


müzik arşivini gözden geçirme işinde a harfini aştım.
.günde ortalama 5 film izler halde elimde şişler örgü ören anneanne gibiyim. 2 adet yelek ördüm 2 günde.



.noktasız 5 düştü geçen yıldan.



.adalı insanları seviyorum. çok seviyorum.
.ingilizler ve izlandalılar özel ilgi alanım. ingilizler serseri imiş ama ben serseri seviyorum.
.championship vinyl dükkanını içinde john cusack ile birlikte istiyorum.



.liverpool sahilinde jim sturgess beklesin, ingiltere'ye geliyorum.



.1 haftadır alkolsüz bedenim giderek sağlığına kavuşurken sanırım akıl sağlığımı yitiriyorum. bunun farkında olacak kadar aklım var henüz.