25 Aralık 2010 Cumartesi

.boşlukların patlayışı.

.başımın ağrısına bir de kendime katlanamıyorum. yakıp yıkıp gitmemek için sakinleşmeyi bekliyorum. sonra da gitmeyi. belki de hiç dönmemeyi. ihtimallerin tesellisiyle yaşamak da değil istediğim, var olan düzene boyun eğmek de. ne istemediğimi bilebilmek bu kadar kolayken ne istediğimi bilememek neden bu kadar karmaşık. ya da basit. anlaşılmaz biçimde karıştırmak benim görevimmiş gibi, basit olan her şey daha karmaşık.
.kendime katlanamıyorum.

.boşluk5.

.peki ya ne istiyorum? işte bu soru tuzak. o yüzden kaçak yanıtlarla sizi de gençliğime davet ediyorum.
.öğle vakti hiç sevmediğim halde sırf zaman geçsin diye bi 5 dakika kadar tahammül edebildiğim televizyon kutusunun başına geçtim. o sırada rast geldiğim müzik ve sonra algıladığım görüntüler beni nereler getirdi hemen anlatıyorum.
.fonda mor ve ötesinin giderek kalitesizleşen müziklerinden yine katlanılabilir olanı, sonra da görüntüler "başka dilde aşk". bu aralar yeni türk sinemasına takık beynim, 'bunu da denemek lazım' dedi. ve işte filmi izledim, beğendim, tamam "çoğunluk" gibi bir şeylere dokunmadı, ama naifti. sonra da yalnız başıma evde otururacağım saatlerin bilinciyle mor ve ötesine saygı köşesi kurdum kendime. ama şimdi bu albümleri çok güzel.


.zamanı da bıraktım akıyor zaten, ben çoğunda sıkılıyor ve bunaltılar içine giriyorum.

.evet onlar da bir zamanlar genç ve naiflerdi,artık yitirdikleri her şey şu fotoğrafta var bence.

24 Aralık 2010 Cuma

.boşluk4.

.öylece sıkılıyorum işte. elime ne kitap alsam bitirebiliyorum, ne bi işe başlayabiliyorum aslında tam olarak. işte sonra da sonsuz bir döngüde bu duruma daha çok sıkılıp daha da işlevsiz bir hale geçiyorum. geçiştirme sürecini biliyorum, insanlarla vakit geçir, beynini meşgul tut, azcık dağıt, azcık eğlen, geçsin gitsin. arada uyandıkça delleniyorum işte böyle. yeniden uykuya yatıyorum. kaçıyorum.

7 Aralık 2010 Salı

.boşluk3.

.bugün kısacık kestim saçlarımı. bu aralar diyaloglarımı kestirip attığım gibi. her fazla kelimeden, her mutluluk gelecek andan kıstığım gibi. üzerimde bir ağırlık, midemde bir bulantı. hepsi geçer, biliyorum, kendi kendime gülümsüyorum. ama paylaşamıyorum, öylece kalıveriyor yüzümde, sonra siliniveriyor. sözsüz masallar anlatıyorum, duyan yok. iç seslerimi duysalar diyorum, sonra vazgeçiyorum.
kaybettiklerim hep daha fazla oldu, o zaman ne diye daha çoğunu kesip atarsın ki? sahiplenmeyi sevemediğimden, sonsuza/sonuna kadar elimde tutamayacağımı bildiğimden mi?
.ne büyük aptallıklar peşinde aklım yine. geriye kalan bi o var herhalde, ne yüreğim ne de ruhum yerli yerinde, hissedebildiğim zerre kalmamış meğer. yalan oyunlarla dolandırmışım herkesleri, şimdiyse inziva vakti, bir süredir sürüp gelen.

4 Aralık 2010 Cumartesi

.boşluk2.

.gözyaşlarımı biriktiyorum sanki ,hepsi mideme doluyor. ama zerre acı yok, nedenini anlamıyorum. belki de doğrusu bu. kötü hissetmek mi gerek şimdi, yoksa bu da bir yaptırım mı sadece.
.hiçbiri diğerinden öncelikli değil, hiçbiri diğerine üstün değil. eşitlik demiyorum bunun adına, boşluğun yankısı işte, içimden içime, o kadar. duvarlarımı örten karanlık. duvarlar ben, duvarlar soğuk, hissiz, cansız. nefesler kesik kesik duyuluyor belki öteden ama duymak istemiyorum ve kapatıyorum. konuşmalar, kahkahalar siliniyor hep birlikte, yavaşça ayağa kalkıp gidiyorum, fark edilmeyiş hoşuma bile gidiyor, değersizleştiriyorum kendimce. önemsizleştiriyorum her bir parçayı ve en basit düzlemde bakıyorum. gidemiyorsam kalmayayım diyorum. uzaklaşıyorum. işte uzak-ben.

.the majority.


.ideale yaklaşan hayatlar üzerindeyiz, hayallerimizi unutmuş öylece yaşayıp giderken erteliyoruz. kimi zaman birileri bastırıyor o dış seslerimizi, sonra da biz kendi iç seslerimizi yok ediyoruz usulca. hepimiz "çoğunluk" un üyeleriyiz. "delice" ve belki de "serseri" tanımlanan hayatlardan kaçıyoruz. en "güvenli" olan şimdiki zamanın rutin hayatında sürüklenmeyi seçiyoruz, seçme şansımız var ise, gücümüz var ise.derinlere gömüldükçe gerçekliğimiz, yapmacık oyunlar içinde oluyoruz ve işte yeni gerçeklik.
.bir delirsem yeniden, bırakıp bütün alışkanlıkları, o bütün bilindiklikleri, sorsak sonsuz aynayla çevrili boşlukta sorsak, "gerçekten istediğin ne?". ve işte düşüş, o sorunun peşinde, geçmişi gelecek kurgularını, çevreden gelen sinir bozucu gülüşleri, alayları da katıp yanına susmak ve ilerlemek. soruyu unutmadan kaybolmak yine de. kayboluyorum, ama hala "çoğunluk"un içinde.

28 Kasım 2010 Pazar

.boşluk1.

."geçmezdi aklımdan, yalnızım en budalasından, sıkıldım doğrularımdan, kadınlığımdan, dışımdan".
.her şeyin anlamını yeniden yeniden arıyorum, her şeyi en basite indirgiyorum. en azından çabam bu yönde. gerçekdışılıkları da hayalleri de sıradanlıkları da tek bir düzleme indirgeyip izliyorum. 3.göz olup kendime soruyorum, susuyorum.
.bugün elimde ne varsa, hepsini saçtım ortaya, arınmak istiyorum dedim. kendimi sadeleştirmek ve gereksiz yüklerden kurtulmak. oyunları bozup, replikleri unutmak unutturmak, yenilerini yazmadan içimizden geldiğince yaşamak.

21 Kasım 2010 Pazar

.rüyadan uyanmışçasına ama uyanıktım.

.güzel bir pazar sabahı boş sokaklarda dolaşmayı bilir misin? işte ben onu seviyorum. martılarla sabah gezmesine çıkıp, kedilerin miskin bakışları arasında taze uyanmakta olan esnafı selamlamayı. şöyle ufak bir erken gezmesi, deniz kokusu, rüzgarın soğuk dokunuşu ve işte taptaze bir gün.
.şehir bile yaşanır geliyor bu sakin pazar sabahlarında, bir kaç saat çalıp uykudan uzun uzun yürümek gerek, güzel çünkü ne de olsa bu zehirli kadın-istanbul. insanlar başka, anlayışlı, gülüyorlar, daha sakinler, her adımda bir rahatlık, bir güven var. günaydın rüya çocuklarına.

31 Ekim 2010 Pazar

.insan'dık.

.hepimizin kendiğini sandığı kadar, insan'dık. şüphelerim var bu konuda çoktan beri. ihtiyaçlarımızla, şımarıklıklarımız birbiri içinde artık.
incintikçe incittik, kırdıkça parçaladık, unuttuldukça unutturduk...
kızdıkça nefret edesiye bekledik. hepimiz insan'dık. hata yaptık ama hep başkalarının hatalarını gördük. hep suçluyu aradık sokaklarda, yanıbaşımızda duran benliğimizi yok sayarak. ne kendimize saygımız ne de sevgimiz kalmıştı. sadece "öteki"leri "diğer" ihtimalleri taradık.
ne yapsak fayda etmezdi, yaranılacak kimse yoktu. hepimiz insan'dık, artık sadece "ben" ler ve "sen" ler vardı. insanlar değiliz.
hep "üzgünüm" dedik. özür dilemeyi unuttuk. oysa çok basitti, mucizevi kelimeleri yırtıp attık ki kimse bilemesin diye. hep "ben" vardı bundan sonra, "biz"ler öldü.
insan olmayı özlemedik bile, farkında değiliz hala.


bu kadın söylüyor.

23 Ekim 2010 Cumartesi

.boşluğun kerameti.

.bütün içinde çelişen aktivitelerdeyim.buruk bilekle evde oturmaya tahammül edemeyip günün aydınlık kısmını uyuyarak geçirdim. peki başka?uyanık olduğum anlarda yüksek lisans programlarına bakar halde ve online dizi izleme peşindeydim.tam bi ev kadını oldum.hadi bakalım

10 Ekim 2010 Pazar

.the story of today becomes the dream of tomorrow.

.dün bugün şimdi.uzaktan çok yakın olan şimdinin rivayeti.
.ne mutlu ne mutsuz.ne huzurlu ne huzursuz.bir yanın gitmeye çalışırken diğer yanların hep bitkin.

rakının ağzımdaki tadı ne güzel değil mi diye düşünürken bir sonraki günler yok,sek bi uyku çek bana barmen diyen gözlerim var uzaklara dalan.kocaman boşluklar içinde bir dalıp bi çıktığım hayallerden gerçeklere yeniden büyük kara parçaları az bi nefeslenip dinlenmeyi arzuladığım ya da dinlenmemeye çabaladığım.çelişkileri yutup hazmetmeden saklarken midem, ne ağrı ne sızı, sadece kurumuş kan tadı,biraz da tuzlu gözyaşı. şimdi ve sonra, çok mühim değil.

neden ve nasıl varım?olmak istediğimden ne kadar uzaktayım.nerede kayboldum.ne zaman yokluğunu hissettim,ne kadar üşüdüm,nerden geldim, nereye?....

12 Eylül 2010 Pazar

.begin to fall.

.uzun bir sessizlik.daha doğrusu boşluk.şimdi de büyüyen boşluklarda yüzme zamanı.
şöyle bir durup yakın geçmişe bakınca ne görüyorum ki,bomboş(k).
ne zaman buldu isem o huzuru,ne kadar sakinleşti ise hayatım,işte o zaman içimdeki böcek ölmeye başlamış belki de.ya da her şeyi bir zaman çizgisi üzerinde kesiştirmek olmamalı mesele.
bir yol vardı,o yol çatallamış belli ki,parça parça akmış içimdekiler.sonra yitmiş belli ki bazıları.azaldım mı çoğaldım mı bilememişim hiç.şimdi yok oluyormuşçasına sarılacak bir şeyler arar haldeyim.
-neler yapıyorsun?
-...
-?
-hiçbir şey!!.(bunu duymak istemeyen benim sadece,oysa o masumca sordu)
hiçbirimiz hiçbir şey bırakmayacak olsak da kocaman dünya da varolduğunu hissetmenin bir yöntemi var herkese göre.ya da bir dostun tabiriyle,motivasyon,o enerji işte.fıkır fıkır eder için hani de öyle güzel gelir ki her nefes.gerisi yalan dolan.şimdi al-ver nefes işte.peki ya sonra?korkulu rüya.peki ya sonra?!!cevabım var mı?hayır.
henüz 1 adım gerideyim.uçurumun ucunu görmedim tam.ya da daha da merak edip uçmayı denemedim boşluğa,daha büyük boşluklara.belki de tıpkı o güzel çocuklar gibi uçabilirim.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

.weird.

.havadaki nem gibi üzerimdeki gelip giden o lanet olası gerginlikten arınmak istiyorum. hava bunaltıyor, insanlar canavarlaşıyor ve keyif aldığım sohbetler kabusa dönüşüveriyor. sıkıntı biriktirip sonra da döküveriyorum hepsini bir anda, bambaşka formalarda.
artık müzik yok, film yok, eğlence yok. şehirdeyim, hiç olmak istemediğim kadar. gidiyorum, heyecanlanamıyorum fakat gidişe.
özlemler bambaşka bir boyutta, sevgiler yitiyor sanki, ya da sadece bir yanılsama. heyecan ya da dürtükleyici güçlü hislerden arınmışım çok gerekmediği halde. hayatımın o tutunacak en kritik taşlarından biri daha yitiyor o karanlıkta. önümü görüyorum fakat aslında o kadar da görmek istemiyorum belli ki. sürekli bir kaçış hissiyatı,sonra da bir avuntu. oysa besbelli kaçış artık, şimdi ya da geçmişten. geleceğin korkusundan ya da. gidelim diyor sonra da kızıyorum. işte sonra da kaçışıma kızıp gitmeyi sindiremeyip kaçıyorum bir kez daha...
kısır döngülerin arasında kalmaktan memnuniyetsiz, huzursuz, çokça garibim.

27 Temmuz 2010 Salı

.kaçan uyku zaten kaçık keyif.

.kendime ait bir oda arayışındayım,fazla mı? ne bir sınır var, ne de bir yaptırım, olması mı gerek şimdiden öteye? huzur için kilitler mi gerek, ya da yasaklar mı? toplumun baş eğdiği gibi olması mı gerek? ne keyif ne huzur kalır böyle.

13 Haziran 2010 Pazar

.kan-at.

."üzgünüm eskisi gibi değil..."
.aksi, aksiydi. eski günleri yad eden sözlerine takıldım kaldım her parçanın. mutsuz ama keyfi yerinde olan bir adamın hikayesinden kendi saçma öykülerimi sezdirdim hep. yine öyle. bir sıkıntı sanki, bir boğulma hali, bir boş-luk hali. o yüzden de uz-ak, akmak için daha derinlerine suların, dalmak ve bir daha çıkmamamak için güneşe. umutsuzca değil, sade-ce uz-ak ve sak-in olmak için.

12 Haziran 2010 Cumartesi

.uz-ak.

.biraz durul bakalım,az sakinleş. çocuklaşıp, unutup biraz da uzak-laş. bugün-yarın-öbürsü günler, şimdiden fazla yakın fazla uzak.
yırtık giysileri içinde ne kadar rahatsam o kadar rahatım uzak-laşırken. şimdi kaybolup yeniden bul-ma vakti bir şeyleri, her şeyleri.
"benden iyi benden uzak bir ben olamam"

3 Haziran 2010 Perşembe

stinky neighbours.

.apartmanın garip işleri. 15 günlüğüne sıcak su yok ve bisikletlerimizi odalarımızın bir köşesine koymamızı, ayak altında bırakmamamızı stiyorlar. bu ne demek, 15 gün bisiklete filan binip de terlemeyin, kaç kişi aynı asansörü kullanıyoruz, 15 gün bu vıcık sıcak havada temiz kalmak kolay değil, biraz saygı.
ben zaten pistim, şimdi buna teşvik ediyorlar...

2 Haziran 2010 Çarşamba

.öz-lem.

.gülüşünü, sesini, duruşunu özlediğim. her bir yanım sevdiklerimle dolu, özlemler dinmiş bir nebze, karanlıkta nefeslerimiz birbirine değiyor, karışıyor. huzurlu bir sessizlik ve inip kalkan göğüslerimiz, içimizdeki coşku ve fazla uzak olamayan hüzün.
.uzak-yakın, zaman görece, çoğu geçiti azı kaldı. şimdi gülümseme vakti.

.pazar postası.

.pazar sakinliğinde az pedallayayım dedim gidebildiğimce. egzostan kaçarken mangal dumanına kapılırmış meğer insan sahil yoluna inerse. her yer insan, hadi tamam. ama geyiğini yaptığımız "refüjde mangal" olayı aşmış gitmiş.istanbul it beni it.3 ayda bir gelince keyif alınabileceğine inandığım şehir, gideceğim az kaldı.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

the arrival,the departure,all the left is silence.

.günlerin yanımda olduğunu bilmek güzel. güzel ay hatunu takip eden yıldızların birer birer yanıma düştüğünü ve titrek titrek içimde parladığını bilir misin?şimdi o parıltıları toplayıp gözlerimi kapıyorum ki,geceye karışırken yolumu şaşırmayayım,rüyaların içinde yüzerken fazla derine dalıp gitmeyeyim.
.oysa bir gitmek var,yollar var.onları da yanıma katıp gitmek var.zaman zaman yalnızlığına kaçabildiğin özgürlükte bir gidiş var.tüm özlemleri toplayıp,tüm sevgileri dağıtıp gitmek var.

27 Nisan 2010 Salı

.dreamer can only gain pain.

.hiçbir şey yok, hayır sadece hiçbir şey var. iyi giden nefes aldığımız gerçeği mi, ironik. fazla kirli ve ve fazla safım. oysa sen fazla güzel kokuyorsun, gerçekliğinden şüphe edilecek bir temizlik. sakladığın kelimeler ortaya koyduklarından daha belirgin. o zaman artık bırak, yalanlarla dolu bir güven oyunu kurmanın anlamsızlığının farkına var şimdi hemen. saklanıyorum, karanlığın aydınlığa kavuşmasından önce kayboluyorum.

24 Nisan 2010 Cumartesi

.dream of leaving,alone...

.ışıkları açıyorum,sonra bir panikle kapatıyorum. karanlıktan korkmuyorum, ama aydınlığın o çarpık gerçekleri ortaya çıkarmasından ürküyorum. her şey o kadar içiçe, o kadar dağınık ki, aydınlığa tahammül edemiyorum. hadi gidelim buradan diyorum, kimse yok aslında. gidiyorum. oh be. ama aslında yorgunluktan yatağa düşen bedenin hayal dünyasındaki adımları o gidişler. uyanıyorum güneş yükselirken ve henüz gözümü almazken, bir parça umutlanıyorum. ama yine aydınlık aynı yatak ve aynı kokular çevremde. gidebilenlerden olamıyorum. bekliyorum. birazdan hiçbir şeysiz çekip gitmeyi düşlüyorum. yine düşecekse bedenim, hayır, artık hayalleri istemiyorum. sadece uzak olmak istiyorum.

7 Nisan 2010 Çarşamba

.o kadar önemsiz(iz) ki.



.tanıdık mekanlar, tanıdık yüzler. hani çayınızı kaç şekerli içtiğinizi bilen, gelişinizden kahve anınızda olduğunuzu yakalayan insanlar vardır ya. isminizi bilmez ama sizi bilir. esnaftır işte onlar, koca şehirlerde hala yaşamaya çalışan. ve yine birini yitirdiğimi gördüm bugün.
.istiklal caddesinin kalabalığından kaçar buldum kendimi önce, ilk buralara ayak bastığımda. üniversitem geçirmişti beni avrupa yakasına. baktım ki taksim meydanından önce tüneli görmüşüm ben hep, denizden vurmuşum tepeye doğru kendimi, galayta kulesi'ne selam edip devam etmişim. tramvay durağına bakıp dosdoğru dalmışım o dar sokağa. eskimiş sandalyeler arasında gezinen kedilerden gayrı bir abi vardı ki, aksi gelir bazı bazı insanlara ama hep sıcaktı içim o sokağa girdiğimde. tanırdı beni, seni, onları. şimdiyle buz gibi o metal ve plastik sandalyeler gelmiş, çay ocağının duvarları boş. siz kimsiniz? ben varken, ve bizlerden öncekiler varken siz yoktunuz. asmalımescit'in bezgin'i gitti önce salaş sandalyeleriyle, yüksek bar sandalyeleri geldi yerine. insan geçmez iken oralardan adım atılmaz oldu o dar sokak. şimdi de tünel'in sıcak çayı kahvesi kalmadı.


.çok mu duygusal yaklaşıyorum, hatta duygu sömürüsü yapıyorum. belki evet. ama nefes alamadıkça esnaf, sandalyeler gibi plastikleştikçe ilişkiler. gidenler bu kadarla kalsa, kalmıyor elbet. gidiyorlar ve biz sadece bakıyoruz, iki satır yazıp, üç beş söylenip, sonra da unutuyoruz. çünkü hayatımız büyük, çok büyük, diğer hayatlar ise hep küçük. aslında hepimiz o mavi noktanın içinde anlamsızız. (carl sagan'ın cosmos'undan kısa bir parça)

27 Mart 2010 Cumartesi

.just because of the sandman.

işi gücü olmayan insanın, tatil günü, güzel hava hali nedir? durun kendi üzerimden bunu size bir açıklayayım. sabahın kör vakti ne olursa olur ve uyanılır... işte her şey o andan sonra başlar, tabi rüya alemi de önemli ama bir başlangıç noktası koymak gerek tabi elbet. bir heves yeni köy ekmeği unu karışımıyla hamur yoğurma işine girişilir. bu arada aylardır aklıma takılan ev pizzası da zihnimde hoplamaya başlamıştır. hayde bakalım nasıl olurmuş edilirmiş diye bir pizza tarifi bulunur. bu esnada da sanki rakı sofrasındaymışımcasına hissettirir nedense fikret kızılok albümü. sonra öğlenin ılık sıcağında trafiğe en az maruz kalacak biçimde bisikletimle yola çıkdıysam da standartlara uymayan yol genişlikleri ve park halindeki araçlar ve sevgili istanbulluların haftasonu gezmesi ile yaşanan sokaklardaki insan patlaması ilk başta biraz zorlasa da,ara sokaklar çözümdür ve kadıköy e varılır çabucak. orada işler güçler bitince gerisin geri pedala kuvvet eve gelinir.ve işte sabahki sinsi pizza planları uygulamaya konur. sabah akşam hamur yoğuran bir hale bürünen şahsiyet, yani ben, biraz durup da işlerini düşünür, hani şu ertelediği işlerini. ama görünen o ki ben ya bir çiftlikte çalışıp hem istediğim kadar doğaya kaçıp, hem de keçilerin sütünden yoğurt-peynir. buğday tarlalarından gelecek un ile bilimum ekmek-kurabiye, tavukların yumurtalarıyla evin beyine omlet filan yapıp çobanlık yapacağım.

14 Mart 2010 Pazar

.erken bahar kutlaması.

.hayatın hangi noktasında durup da nasıl bakarsak öyle farklı görünüyor her şey. düşerken kaçırdığım, yitirdiğim, unuttuğum ufacık mutluluklar şimdi her yanımı sardı. bir ekmeği paylaşmak, sevdiklerinle gülebilmek, susabilmek, gidebilmek.
.bir bardak süt, işte yine o çocukluk. ellerim kara, üstüm puslu, gözlerim apaydınlıksa, bir deniz sesine, bir sağanak yağmurun altında ıslanmaya borçluyumdur. mutluluğu kaçıran ben, yakalayan yine ben. her düşüşün sonunda bir kez daha dibe yaklaşıp yeniden bir yol çizmenin huzuru kaldı üstümde.

10 Mart 2010 Çarşamba

.empty minded.

.işte yine yeniden...ama neden?
uyumaya çalışıp çalışıp gözyaşları içinde yatakta buluyorum kendimi, uyanıp başımın tarif edilmez ağrısına katlanmaya çalışıyorum. daha fazlasını yapmaya hevesim yok. enerjim başka bir yerde kalmış sanki. hayatımı çekici hale getirmeye çalışırken aslında her şeyi yalanla süslüyorum.
durduğum yerde durmanın en anlamlı hareket olacağına kanaat getirdimse de iç huzuru kalmamış bir bünye olarak sadece saatleri ileri alıp alıp günleri öldürüyorum. henüz sadece zamanı öldürmeye cesaretim var.
lütfen biri beynimin kalan zeytin kadarcık kısmını alsın da düşündüğüm saçmalalıkların acısını duymayayım.

.done.

.kafamın içinde gezinip sinsice saklanan ve yerinden bu kadar memnun olan her ne ise, artık bana katlanılmaz bir ağrıyla birlikte, alışılmadık bir huzursuzluk vermekteler, tebrikler. peki ya şimdi?
.tek yapmak istediğim diye bile bir şey kalmamış, kafamdaki tüm senaryolar geri dönüşümü bile yapılacak biçimde çöplüklerden geçip yeni şeylere dönüşmüşken benim elimde olan, hiçbir şey.

27 Şubat 2010 Cumartesi

.bursting immediately.

.garip bir öfke var imiş içimde. toprağa dokunmayan anlarımın çoğalmasından, şehrin beni doldurmasından ve giderek zayıflatmasından mı? sorular ve sorunlar arasında son sesimle haykıran bir ben, yabaniyim işte şu noktada kendime. değiştirmeye, daha iyisine dair kurgular var aklımda, dışa vurmadığım, fazlaca sustuğum. belki de sadece bu kadar çok susmaktan. harekete geçmek isteyip de hep oturduğumdan. bir enerji birikmesi, ve işte patlamalar. her an her yerden çıkabilir hem de. aniden koşup gidebilirim, ya da hiç ortaya çıkmayabilirim haftalarca. git-gellerim mevsimsiz, beklenmedik, hesapları altüst eden derecelerde kocaman. tek isteğim evimde oturmak, sakince, olabildiğince.

24 Şubat 2010 Çarşamba

.unknown situation of mine.

.bir şey var. şey işte. içimden gelmeyen bir şey. yabani bir tavır sanki yapışmış üstüme. garip bir içlenme hali ama sadece bir oyun. kalkıp yerimden gidesim var ama kaçarcasına. yoksa hiçbir şeye karşı bir isteğim yok. elime kitabımı aldığımda gittiğim o dünyayı istiyorum bir tek. belirsizliği bir nebze. bir şekilde uzakları. yakınlarda beni heyecanlandıran hiçbir şey yok. ne insanlar ne olaylar, hiçbiri umrumda değil. gereksiz detaylarda boğulmaya ne gerek var, garip baskılar altına girmeye yahut. sadece nefes almak şöyle bir tazelenmek istiyorum. kimse yadırgamasın, yargılamasın. sadece uzak kalmak istiyorum. insanlar ve seslerden, konuşmalar ve kahkahalardan. gece yıldızlara fısıldarken gürültülü karanlıklardan arınmak istiyorum.
gidemiyorum, düşüyorum.

21 Şubat 2010 Pazar

.need a pause,just right now...stop..."

.gün aydınlandığında hala yorgun bedenim. uyku ya da keyifle ilgisi yok, hepsi tamam. günün akışı gözlerimin önünde bulanıkça belirirken, yine ertelenmişlikler, yine düşünüp düşünüp çözüm bulamamalar. yataktan kalkıp da sokağa adımımı attığımdan itibaren başıma ne geleceği belli değil, vapuru kaçırma, koş, derse geç kalma koş, toplantıyı başından yakala koş, insanlar eve gitmeden çay içmeye koş, evdekiler merak eder son vapura kalma koş. kim mutlu oldu, kim yaşadı, kısmen kişi, kısmen çevresi. şikayetçi değilim hayır. ama yorgunum, anlamsız koşturmacalar, sıkıştırılmış anlardan. giderek daha huzursuz ben'e yaklaşmaktasınız, tehlikeli, sarı çizgiyi geçme!
o zaman vakit şehrin asfaltına yüzüstü yapışan ruhların dirilip dans etme vakti. zihinleri yitirenlere sözü geçemeyecek kimsenin. mantığı öldürdüm, yeni meşgale bulun kendinize.

14 Şubat 2010 Pazar

it's nearly gone...catch it up...

.her şeyin biraraya gelip de patladığı bir yerdeyim. sessizce uzanırken yatağa,uyurken günlerce, "hepsi bir kaçış mı?" diye sormaktan kendini alıkoyamaz haldeyim. yapmak istediğim nerdeyse hiçbir şey yok, amaçlarım yok, anlar yok oluyor geçtikçe. gereklilikler yok idi, her şey keyifliydi, buralardan beni itekleyen, içten içe kovan bir şeyler var. huzurum kaçıyor, koşup yakalamaya....

3 Şubat 2010 Çarşamba

.the one i don't even know.

.kızgınlıkları biriktir, uygun bir noktada bir açığını gör ve koy ağzına. büyük suçlarla yargılanan masum bir sanık olduğumu sanıyorum, şikayetçi olan ise sadece kötü bakışlarını gezdiriyor üzerimde. peki ne oldu? iğnelemelerin altındaki gerçeği öğrenme şerefine erişmek istiyorum. çok şey istiyorum. kızgınlıkların kırgınlıklardan daha geçici olduğunu unutturdular, satın al, taksitlendir, tüket, yenisini alırsın. yeni benlikler de bulursun belki öyle. ikinci elcilere de bak, üst modellerimden gelmiş, o kadar da açık sözlü değil, hep iyi konuşuyor, eleştirmiyor, hep pohpohluyor. bence beni yeni benle değiştir.
ötekileşen sen, ben, biz. yalnızlaşan zavallılarız. hadi gel vur bakalım bir daha, nasıl olsa bir sonraki aya ertelenecek bu taksitle aldığın yeni benlikler, yeni maskeler. ben yokum artık. hangi çöplüğün hangi kıyısında ben bile bilmiyorum kendimi. değişimi kabul etmeyeceksen, değişimin içinde olduğun gerçeğini yalanlaman yeterli. zaten koca bir yalan değil mi bu dünya. senin benim yalanımdan ne çıkar. hem de kendisine söylediği yalandan insanın. hadi bir yalan daha sal bu atmosfere.
ben çöplükte kayıp olmaktan memnunum, sizi sözde dünyanızda gözde mutluluklar diyarınızda izlemeye tahammülüm yok. mutluluklar...(maskeler ardı gözyaşlarınızı silmeyi unutmayın.)

20 Ocak 2010 Çarşamba

."heima" means what?....

evde olmanın rahatlığı, tambelliğe kaçışlarıyla mutlu günler geçiyor. biraz boş ve anlamsızcayım. yazmıyordum bile buralara, oysa tonlarca boş vakitlerimde uyuyordum. artık o zombi hallerde gri kelimelerle cebelleşen ben yok. aydınlıkta, yeşilliklerde uzun yollar gitmekte ve hiç de geri dönemeyen bir masal dünyasının karakteri var. kendimi de başkalarını da tanımlamaktan hiç hoşlanmam ama betimlemek de sakınca yok bence.
bu yazı neden yazıldı, amacı olmalı mıydı-ki sanki hayatta çok mühim amaçlarım var da şurdaki 3 satırın elle tutulur bir önemi olsun-hayatın neresindeyim nereye gidiyorum soruları ne kadar da gerekli? sorular ve cevapsızlıklardan oluşan dünyada şu anda peşinde olduğum şey "yaşamak". ölümün soluğunu beklemek değil, mutluluğu paylaşmak ve yaşamak yine.
ozan abi soruyor bana, hayata karşı motivasyonum ne diye, paylaşmak ve keyif almak yaptığım yarattığım her şeyden. birinin mutluluğu kadar motive edecek bir şey yok sanırım hayatımda. üretmek bir de. üretmek ve paylaşmak. umutsuz satırlar da benim, bunlar da benim. insan gözlereini kapayıp açasıya gidip geliyor, değişiyor. şimdi tembelliğin molasından çalışmaya geçiş...

5 Ocak 2010 Salı

.to the place i call home(still).

.mevsim dönümüdür. soğuğunu hissederken kışın, özlemler yükselir göğsümden. uykular güzeldir, ılıktır, kaçamaklardır. nefesler sıklaşır, buğulanır gözlerim. yeniden gidebilmek, yolda olabilmeye çarpar yürek. şimdi vakitsizcedir, demek ki tam vaktidir.

4 Ocak 2010 Pazartesi

.not a hero.

.son 1 aydır bostancı-kadıköy hattına verdikleri sevimli ikarus otobüsleriyle üstüste yolculuk ediyoruz.
.soru1.o kadar ikarus nereden çıktı?
.soru2.garajlarda ne kadar kullanılmayan ikarus varsa en kalabalık hatlara verelim, insanları toplu taşımadan caydıralım politikası mıdır bu yapılan?
.soru3.hakkaten neden ikarus bu hatta verilir?

bu sabah nispeten insani biçimde maceralı bir yolculuk daha yaptım kendisiyle. kaptanımız endişeyle telefonuyla konuşuyordu,çünkü orata kapı kapanmamakta ısrarlydı. yaklaşık 5-10km lik yolu havadar biçimde almıştı,kalanını da öyle alacaktı belli ki. yolculardan biri kendini kahraman sanarak, "ben bir bakayım, ittirsem kapanır diyerek" önce diğer yolcuları ittire ittire kalabalığı yarıp kapıya ulaştı. kahramanlık güçlerini topladı, kapıya abandı, tabi ki kapanmadı. ama rezil olmamak için denedi, denemedi değil.

her gün bir kavga, bir ülkeyi otobüsler ve ulaşım sistemi üzerinden eleştirmece sonra da dahiyane fikirlerle kurtarmaca yanılsamalarıyla çok renkli kadıköy yolculukları.