sıkınç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sıkınç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Aralık 2010 Cumartesi

.boşluk5.

.peki ya ne istiyorum? işte bu soru tuzak. o yüzden kaçak yanıtlarla sizi de gençliğime davet ediyorum.
.öğle vakti hiç sevmediğim halde sırf zaman geçsin diye bi 5 dakika kadar tahammül edebildiğim televizyon kutusunun başına geçtim. o sırada rast geldiğim müzik ve sonra algıladığım görüntüler beni nereler getirdi hemen anlatıyorum.
.fonda mor ve ötesinin giderek kalitesizleşen müziklerinden yine katlanılabilir olanı, sonra da görüntüler "başka dilde aşk". bu aralar yeni türk sinemasına takık beynim, 'bunu da denemek lazım' dedi. ve işte filmi izledim, beğendim, tamam "çoğunluk" gibi bir şeylere dokunmadı, ama naifti. sonra da yalnız başıma evde otururacağım saatlerin bilinciyle mor ve ötesine saygı köşesi kurdum kendime. ama şimdi bu albümleri çok güzel.


.zamanı da bıraktım akıyor zaten, ben çoğunda sıkılıyor ve bunaltılar içine giriyorum.

.evet onlar da bir zamanlar genç ve naiflerdi,artık yitirdikleri her şey şu fotoğrafta var bence.

9 Ocak 2009 Cuma

.kediler,bahçenin hayaleti,saçmalamalar.

.evinden çıkmayan asosyal kedi bildiriyor. dışarısı fazlasıyla ürkütücü bir hal almaya başladı. uzun sessizlikler, bunu anlamlandıramayan insanlar. griye yakın bir ruh hali içindeyim belki ama susmak rahat olduğum hal.
.tek başıma olmayı seçmem, ortabahçenin bir köşesine sinmem garip mi? bence değil. sonra kediler var hep zaten etrafımda. korsan, kürklü zibidi, bir de yeni bir kediler. şimdi kedilerden bahsedecektim aslında. bu yeni kedilerden birinin yüzü kediden çok yaşlı bir insan suratı. bakışları, duruşu hep yaşanmışlıklar ve yılların biriktirdikleriyle dolu. çok acayip. bir benjamin button yüzü var onda. onunla bakışmak insanı ürkütebiliyor.
.kedilerle yaşayan yalnız kadınlar gibi hissettim kendimi. ama hayır kedileri çok sevdiğim söylenenmez, sokakta, adada, ortabahçede sevebilirim ama evde değil.
.bu kadar saçma bir yazı daha yazmadım heralde daha önce.

28 Temmuz 2008 Pazartesi

.mutluluk bunalımı.

.insan mutlu olmaktan yıllarca uzak yaşarsa sanırım bunun şaşkınlığıyla bunalım yaşayabilir. şahsen ben mutluluk bunalımında bir insanım. evimdeyim, huzurluyum, istediğimce uzağım sosyal hayattan, odamda birtakım yeni tasarımsal girişimlerdeyim, odam eskisi kadar dağınık değil(en azından her an düşme tehlikesi yok odamda gezerken), ailemle gerginlik yaşamadan birbirmizin yaşamına saygı duyarak aynı çatı altında yaşıyorum vs.
.uyuyorum, kitap okuyorum, evden çıkamıyorum, sadece ıslak havalarda nemlenmeye koşuyorum. çok garip bir durum. bolca müzik etkisinde sıkılıoyorum bir nevi. insanları özleyemiyorum ya da çok özlüyorum ama bir duvar var onu aşamıyorum, düşüyorum olduğum yere. ihtiyacım olan ne, ben de bilmiyorum. ilginç bir şey ama konserlere gitmeye bile tam olarak hevesli değilim. goran bregoviç abi geliyor, evet özledim, hem de çok ama bir değişik istekliyim.
.mutluluk bunalımı nasıl olurmuş diye sormayın, başınıza gelmesin. sıkılmak bile daha eğlenceli. bu halimi nasıl sonlandıracağıma dair fikrim yok. acaba bütün tatilimi bu miskinlikte tüketmekle mi geçireceğim diye düşünüyorum.

12 Haziran 2008 Perşembe

.tespit,analiz, vs.

.tespit1.sabah hep aynı saatte bindiğim erenköy2-mahalle arasında anılan adıyla "er2"-otobüsünü saçma sebepler zinciriyle kaçırınca binmek zorunda kaldığım pendik-kadıköy otobüsü, bizim duraktan hep ağzına kadar dolu geçer. ama çok açık bir sebeple göztepe tarafında bir boşalır. bu tespit öncesi açıklama oldu, şimdi tespit geliyor: pendik tarafında oturan kadınların çoğu göztepe-selamiçeşme arasında evlerde çalışıyorlar. ne kadar yararlı bir tespit.
.bu dünyayı kurtaracak tespitin ardından, eminönü motoruna binip 1 haftadır her gün gittiğim ofise yollandım elbet.
tespit2.bu ofis denen mekanlar iletişimsizlik için tasarlanmış olmalı. her masada bilgisayar. 2'şer masa birbirine yapışık ve simetrik olarak dizilmiş geri kalanlar da. karşı masadakiyle en az iletişim çünkü bilgisayar ekranı daha cazip. yandakilere laf atmak daha kolay ama yine de yarı sırtın dönük. fiziksel olarak en yakın olduğun, sırt sırta verdiğin insanla "-sonsuz" iletişim. sonuç:insanlar iletişmeden çalışsınlar.
.evet bugün de bitti deyip 8 saatlik yorucu ve saçma işleri arkamda bırakıp kapıyı çekip çıktığımda kararım şişhane ve oradan da tünel e varmaktı. evet bunu gerçekleştirdim. tünel, karamuk çaycısı, hem de oturacak yer de var, ama yürüyeyim dedim. galatasaray'a kadar gelip çay içeyim diye hemen mustafa abi'ye yöneldim, oturacak yer de vardı, ama pasajdan geçip tekrar tünel e yüneldim. büyük londra yı selamladım, tepebaşındaki şarapçıyı da. asmalımescit sokaklarını geçtim ve tünele vardım yine. galiba karaköy vapuru beni bekliyordu, ben de bekletmeden koştum ona. haydarpaşa ve eve varan sokaklar.
.tespit3.güneşe batmak ve doğmak yakışıyor. ben doğan güneşimi bir yerlerde kaybettiğime eminim. artık doğmasına tahammül edemediğim bir şey oldu kendisi. o güneş beni istemiyor, ben onu hiç istemedim zaten. güneşi sokaklarda batırdıktan sonra bir daha asla doğmamasını isteyebilirdim ama bir baktım bana bir şey diyordu müzik çalarım. nayu. güneş batarken tesadüf edilebilecek ve güneşe olan bu sert tavrımı ertelememi sağlayacak şey. benim güneşim kaybolduğunda nayu çınlamıştı içimde. yine yaptı yapacağını. ama bu güneşe karşı olan sert tavrım kesinlikle benim güneşimi en son nerede doğarken izlemeye doyamadığımla ilgili olabilir ki biliyorum hep bozcaada işleri bunlar. bir de olimpos-antalya yolu vardı en son ama içimde yine üstümde yoğun bir gevende etkisi olduğundan sanmıyorum ki o güneşin de doğmasını istemezdim aslında. en son 2006 ağustos ve bozcaada da doğan güneşimi aradım, kaybolmadı hala oralarda ama burada değil. sonuç:güneşe batmak yakışıyor, güneş niye var. ışık isteyen kim?

16 Nisan 2008 Çarşamba

.addict.

.bu kadar çok eşya taşıyıp kaybetmememe şaşarken ardarda kalemler, silgiler, ıvır zıvır bir dolu şey kaybettikten sonra bu müthiş sıkıcı çarşamba gününde, benim için hayati önem taşıyan sevgili kulaklığım ve emektar laptop un şarj aletini unuttum. neyse bu sefer kaybetmedim. ama 2 dönemlik emeğimi kaybetmiş olabilirim berbat 203 atölyesinde. paftalarım yok. emektarın şarjı yok. seslere ulaşabileceğim kulaklığım yok. müziklerim harddisklerde uyuyor. evet yine de bilgisayar buldum bunları saçmalamak için.
korkunç teknoloji bağımlılığı ile yüz yüze durmaktayım. tam karşımda sayılı okurların da baktığı ekran ve ben, biz, sizler. oraya bakmak zorunda ve birtakım tuşlara basmak, sayfalarda yukarı aşağı farenin tekerleğini döndürmek durumundayız. bu arada sevgili faremin de artık skrolu çalışmıyor.
.sıkıntının doruklarında oldukça saçmalamaktayım. lütfen silin burda okuduğunuz gereksiz satırları beyninizden. beni yok etmek de iyi olur herkes için.

15 Nisan 2008 Salı

.pufadanak.

.sıkıntıdan yapacak iş araken buldum kendimi. koşturmaca. bir festival koşturmacası var. çok heyecanlı. onları derleyemeyecek kadar koşturuyorum. rüyalarımda bile. sabah kalkıp ç.izim yapacağıma uyuyup rüyalara devam ediyorum. cevdet gitti askere peşinden koştum. nekropsi eksik kaldı. bitmedi bitmedi. rüya boyunca koşmak gerek bana. kaçmak için kendimden. evet devam edelim oraya buraya yazalım. ordan gelen yeni durumları tekrar iletelim onlara bunlara. dolanalım oralarda buralarda. gülemeyecek kadar bunaldım. müzik dinleyemiyorum, seçemiyorum. yeter içim dışım onlar bunlar şunlar müzikler. kaçalım buralardan.

7 Mart 2008 Cuma

.özlemli.

.mutfakta "gulyabani" ve düğme" kurabiyeleri pişerken, müzik çalarım bozulmuş ve maddi çöküntüler içinde olsam da rahatlık hissiyatı var üstümde. evet biraz sıkınç-purcu tarafından üretilen kelimemiz-olsam da, ortabahçede izmaritleri köşelere toplamak gibi boş eylemlerde bulunsam da huzur kırıntıları var içimde. özlemim seslere elbette. nerden geldiği belli olmayan güdülerle hareketlerim doğru yönlendiğimi gösteriyor zaman zaman. seslere çağıran ve onları saklayan hareketlerim. önemsiz satırlar.geeeçç.
sıkıldım tosya'dan beri. çok sıkılıyorum.....