3 Şubat 2010 Çarşamba

.the one i don't even know.

.kızgınlıkları biriktir, uygun bir noktada bir açığını gör ve koy ağzına. büyük suçlarla yargılanan masum bir sanık olduğumu sanıyorum, şikayetçi olan ise sadece kötü bakışlarını gezdiriyor üzerimde. peki ne oldu? iğnelemelerin altındaki gerçeği öğrenme şerefine erişmek istiyorum. çok şey istiyorum. kızgınlıkların kırgınlıklardan daha geçici olduğunu unutturdular, satın al, taksitlendir, tüket, yenisini alırsın. yeni benlikler de bulursun belki öyle. ikinci elcilere de bak, üst modellerimden gelmiş, o kadar da açık sözlü değil, hep iyi konuşuyor, eleştirmiyor, hep pohpohluyor. bence beni yeni benle değiştir.
ötekileşen sen, ben, biz. yalnızlaşan zavallılarız. hadi gel vur bakalım bir daha, nasıl olsa bir sonraki aya ertelenecek bu taksitle aldığın yeni benlikler, yeni maskeler. ben yokum artık. hangi çöplüğün hangi kıyısında ben bile bilmiyorum kendimi. değişimi kabul etmeyeceksen, değişimin içinde olduğun gerçeğini yalanlaman yeterli. zaten koca bir yalan değil mi bu dünya. senin benim yalanımdan ne çıkar. hem de kendisine söylediği yalandan insanın. hadi bir yalan daha sal bu atmosfere.
ben çöplükte kayıp olmaktan memnunum, sizi sözde dünyanızda gözde mutluluklar diyarınızda izlemeye tahammülüm yok. mutluluklar...(maskeler ardı gözyaşlarınızı silmeyi unutmayın.)

1 yorum:

Kürşad Erson dedi ki...

Düşün ki; aslında hiç olmadğın bir kimliğin tam ortasında, karanlık izbe fakat sıcak bir odanın nemli duvalarının birleştiği bir köşede cenin pozisyonunun dayanılmaz hafifliğinde bekleyen bir kimlik bunalımı bekçisi hayalinin derinliklerinde ufuk çizgisine dalmış olsun.Gerçekliğin bir anında şöyle dediğini duymuş olabiliriz: "Delilik ve akıllılık arasında bir nehir var.Bir kanonun üzerinde bu nehir boyu yol alıyorum.Akan suyun bir takım handikapları vardır.Ya bir şelaleye denk gelirsin yada bir kıyıya çekilirsin.Küreklerim olduğu sürece kıyılardan yana bir korkum yoktu.Güneşin battığı tarafta deliliği doğduğu tarafta ise akıllılığı selamladım.Günler günleri aylar ayları kovaladı.Ufak bir oltayla balık tuttum, küçük bir bardakla suyumu içtim nehirden.Nehir cömertti.Hiç aç kalmadım.Hiç susuzluk çekmedim.Uyumam gerektiğinde de sadece kendimi nehire bıraktım.Uyandığımda ya bir kıyıda olacaktım yada bir şelalenin dibinde.Fakat her uyandığımda nehirin tam ortasında tamda bıraktığım gibi ilerliyor şekilde buldum kanomu ve toprağa basma özlemim git gide artmıştı bu esnada.Geçen günler akan zaman ve dingin yaşam koşullarım hangi kıyıda ne olduğunu unutturmuştu.Fakat tek bir isteğim vardı o da koşmak.Güneşin battığı tarafa doğru toprak üzerinde koşmak.Yüksek bir tepe bulmak ve ufku seyretmek.İki tepe arasında kendi dingilinğinde akan bu nehrin saçma sapan düzeninden kurtulmak.Nedense kimi zaman gözlerimi açtığımda her yer karanlık ve kimi zamanda kendimi bir ayna karşısında buluyorum.Karanlık zamanlarda ise ağzımdan dökülen kelimeler nedense hep aynı.Aynı hikayeyi tekrar ediyorum.Ufku seyrettiğim o an sanırım hep o anı hatırlamaya çalışıyorum." Dünya bakış açısının dar tutulduğu, karamsarlığın hüküm sürdüğü zihinlerde çekilmez bir yapıyla karşılıyor insanlarını.Ola ki düş aklın bucaksız sokaklarından kaçacak olsun, gerçek dünyayı şekillendirmeye kalksın mutlaka bir engel -hayatın o eşsiz handikapı- karşısına çıkıyor.Kaç, koş, kovala, çalış, dinlen, dinle dinlee...Söylemekse çoğu zaman gereksizdir.Hisler, hazlar, irkilenimler, tepkisizlikler, yeri gelir tepinmeler, yalanlar, kırgınlıklar, kızgınlıklar, varsayımlar, olası gerçekler, farkındalıklar, anlayış, duyuş, ama tüm bunlara rağmen bunları aktaramayış.Karanlık odasına gömülü adamın içindeki ufku seyreden delinin gözünü kapattığında gördüğü düş.Aslında gerçek olanla varsayımların arasındaki akan nehirden şelaleyi tercih edemeyiş.

yani aslında hayat ama düş yada farkında olmadan düşüş.


* Waking Life’dan: “Bir keresinde bir arkadaşım şunu söylemişti: yapacağın en kötü hata, hayatın bekleme odasında gerçekten de uyuyorken, yaşadığını düşünmektir. Kurnazlık, senin uyanıkkenki akıl yeteneklerinle, düşlerindeki sonsuz olanakları birleştirmektir. Eğer bunu yapabilirsen herşeyi yapabilirsin. Hiç nefret ettiğin ve gerçekten de sıkı çalıştığın bir işin oldu mu? Uzun, sıkı bir çalışma günü. Sonunda evine gidersin yatarsın, gözlerini yumarsın ve birden kalkar ve farkına varırsın ki o gün boyu çalışma sadece bir rüyaymış. İçine uyandığın hayatı asgari ücrete satmak yeterince kötüyken, şimdi bir de rüyalarını bedavaya alırlar.”

http://www.youtube.com/watch?v=s0TvZRcwz4I