28 Mayıs 2008 Çarşamba

."bu dünyaya ne yapmaya geldin?"

."eve geldim akşamüstü, üstümdekilerden kurtuldum, uzandım karanlık salona, bu dünyaya ne yapmaya geldin can?
dünya böyle diye susucan mı can? sazını eline alıcan mı can? dünya böyle diye susucan mı can? sazını eline alıcan mı can?
köy köy dolaş yaz avucuna koy başucuna, köy köy dolaş yaz avucuna koy başucuna
adam mısın lan sen türk müsün yoksa insan mısın can? allahsız mısın, aşk mısın yoksa aşık mısın can?"
yaz avucuna
.esas soru: "ne yapmaya geldin bu dünyaya?". yanıtı ne bende ne de sende, bizde, onda. sadece insanın kendini böyle sorgulaması sonuçta fazla bir bireyselleşmeye gitmiyorsa ve değişime yönelebiliyorsa başarılı bir soru. ama yanıtı yok. yanıtı bulan olursa hayata katacağı bir şey kalamamış mıdır acaba? ben sorulara daha küçük sorular katacağım sanırım. hayatın kendi seçimimiz olmadığı açık. ama hayatta yapacağımız kendimizden öte evet bir şeylerle belirleniyor ve yönleniyor. bu sorunun cevabına doğru yaşamak sanırım en yaşabilir olanı.
.esas sorgulayan: hepimiz olabilirdik. bu dünyaya tüketmeye gelmediğimiz açık. ama şu anda yaptığımız pek de üretmek değil. üstelik üretmeden tüketmeye meraklıyız. bize dayatılanlardan şikayet etmek anlamsız. kendimizi içine bıraktığımız rahatlıktan kurtulamamanın verdiği saçma hali kabul eden biziz. karşısında duracak gücümüz olmadığını, hep meşgul ve yorgun bireyler olduğumuzu söylemek kolay iken ne diye daha fazla çaba sarf edelim. çalmak, kopya çekmek, yapılan işin üzerine konmak kolay. neden emek harcansın ki?

"kahve için su koydum, artık bu şehre doydum, kendime zor bir şey bir şey sordum, bu dünyaya ne yapmaya geldin can?..."

gerçekten neden nefes aldığını düşündün mü? ne yapmaya geldik ki?

.kızıl gökyüzü.

.ince ince çizgiler vardı gökyüzünde kızıla çalan. güneşin vedasına uzanan ince çizgiler. onun gidişini gösteren, akşamı müjdeleyen. bakmaya doyulmayan, yükselen binalara rağmen güzelliğini koruyan gökyüzü. güz rengini akşam çökerken getiren gökyüzü. taze kokular ve yaşlanmış renkleriyle bir kent olabilirdi bu gökyüzünün altındaki. ya da gittikçe çirkinleşen ve kokuşan bir kent olduğu gibi şimdi. olmasını istemediğim kalabalıklarla dolu. kendinden ve birbirinden uzaklaşan insanlarla. ait olamayıp yiten. ama bu kızıllık her yerde olabilir ve yeryüzüne aldırmadan kalabilir kendi halinde. umudu yaşatan bir ışık ya da renktir belki de. kendi odamın tavanına bakmak gibi bir aitlik ve özgürlük hissidir gökyüzüne bakmak benim için. kızıl yapraklar ya da kandır belki de. sınırı olmayandır ve benim hislerimi paylaşan ya da aynı kızıllığa vurulan gözler vardır. bir süre daha o kızıllık kalacak. hep buralarda olacağını bilmek rahatlığı ile bugün daha fazla izlememek hata. biraz daha kızıl olmuştur ben beyaz ekrana bakarken. artık kızıllığa son bakış atmalı bugünlük.

26 Mayıs 2008 Pazartesi

.sese doğru.

.ağır ağır giriyor kanıma. sonra yürüyorum. nereye ben de bilmiyorum. çağırıyor sesi usulca. kandırıldığımı hissetmiyorum. gerçek olduğunu biliyorum. sadece devam etmem gerektiğini söylüyor kulağıma fısıldarcasına. karanlık korkutmuyor ıssızlıkta, yalnızlığımda. deniz kokusu geliyor burnuma. az sonra kuma değecek ayaklarım ve denizin dalgaları ıslatacak yırtık pabuçlarımı. sonra da paçalarımı. tuzlu suyla mis gibi deniz kokusunu üzerime alacağım. taşların sesi, dalga sesi. gözlerimi açtığımda sonsuz bir gökyüzünde koskocaman bir ay ve yıldızlar cümbüşü selamlayacak beni. hissediyorum. sadece sesinden bunu hissediyorum. küçük adımlarla bana eşlik eden o sesin inanılmaz sürükleyişine bıraktım kendimi. rüya ya da hayal olması ihtimaliyle gözlerim kapalı kalmalı. ama denizin dokunuşunu gerçekten hissedebileceğime inandırıyor beni. sesi kadar gerçek hislerim. nerede olduğumu bilmesem de tanıdık geliyor her şey. çocukluğun izleri, anların izleri, beni kovalamadan peşime takılanlar. benim içimde kalanlar, benden uzak kalanlar. ama en çok da o suyun sesi. özlediğim, dokunmaya korktuğum, rüya olmasını istemediğim diğer her şey. sesi dinliyorum sadece.
ses

25 Mayıs 2008 Pazar

.dereotu ve demiryolu.

.çok acil dereotu lazım. yürümeye çıktım. çalışmama döneminde evden oturmaktan sıkılıp, dereotu aramak üzere yürüdüm. yok dereotu. akşam saatinde hiçbir yerde kalmamış. demiryoluna ulaşan sokaklarda dolana dolana yürüdüm. demiryolu kenarında yaşamak isterdim hep. 10 küsür senelik dostumun evi demiryoluna yakındı hep. o sesi çok severdim. günlerim orda başlar orda biter, sonra da eve demiryolunun kenarından yürürdüm. hatta o zamanlar demiryolundan da geçerdik. 5 sene önce bir kız orada ölüp-ki bence bilinçli bir haraketi- her tarafı kapatılana kadar. hala kenarından yürünebiliyor. dostum artık orada yaşamıyor. ama ben demiryolunu kullanıp canım sıkılınca kenarından yürüyorum. yanımdan trenler geçiyor. içindeki insanların öykülerini düşlüyorum.
.dereotu bulunamadı. patlıcanlı pilavda dereotu şart. ama annem kararlı. palıcanlı pilavı derotsuz yaptı. hatta sarımsak da koymuş. ama dereotsuz.
.demiryolu kenarında bir evim olacak ya da demiryollarında yaşayacağım. bir ihtimal adada yaşayacağım. tabi o zaman tren sesinden vazgeçeceğim. ada hayali mi demiryolu kenarı mı daha eski? sanırım eş zamanlı. 8 yaşındaydım bozcaada'yı gördüğümde. 8-9 yaşındaydım dostumla tanışıp evlerine gittiğimde.
.sonuç: dereotsuz salata ve patlıcanlı pilav. demiryolu yakınında bir ev hayali ile geçen 2 trene selam. bozcaada planları 2 senelik özlemle.

."kiraz tazele".


."kiraz tazele,çayları tazele, kiraz hayalleri tazele,sizin ordan bir türkü söyle..."

diye giden şarkıyla pazar günlerine başlamak geleneği ve yanında sonsuza yakın çay içmek. bununla birlikte bir rahatlık peydah oldu ki uyumaktan kendimi alamıyorum. hem de uyumadan rüyalar görmeye başlayıp onları yönlendiriyorum. ama asla annemi inandıramıyorum uyumadığıma. rüya kurgularından kısa film senaryolarım var. ama yazamadığım için hala uyumadan yatmak istiyorum sürekli.

.kiraz tazelemeye gelince, bahara dair bir uyanış mı desem, pazar günlerinin kahvaltı sofrasına davet mi bilemiyorum, aydınlık hisler uyandırıyor içimde. sonrasında yapılacak tek iş bir çay daha deyip balkonda ya da esintili bir yerde keyifle oturmaktır.
.tembel hayvanımsı gibi olduğumu sanmayın. sadece huzur doluyum ve kendi istediğim işlere verdim kendimi. ağır akan zaman içinde boşluklara sığmadan genişçe yaşıyorum. düşünmek, üretmek ve uyuymak için vaktim varken ne diye yapmam gerekenlerle kafamı bozayım. üstelik bir de canımı sıkan saçmalıklar geldi aklıma onlara ne gerek var canım.
size pinhani armağan edeyim. son parça çok iyi olmuş. ama siz hepsini dinleyin.
bir de seha can tabi.

.on the edge of nothing.

.kendini yalanlarla kandırmayı sever insan. erteler yalanlarla her şeyi. zamanı kontrol edemez hele istanbul'da yaşanıyorsa hayat. sürüklenen zaman sanarken kendini yara bere içinde sürüklenmiş olarak bulması işten bile değildir. tazelenmeye ihtiyaç duyar. uzaklaşır, yalnızlaşır, kapanır, kendini bulmaya çalışır. hala aynı noktadan uaklaşmamış ve değiştirememiştir bazı gerçekleri.
.önemli kararlar alma vakti değildir ama o alır yine de. hayatı hafiflemiştir, ruhu dingindir ama peşini bırakmayacağını bildiği birtakım durumlar zaman içinde onu zihinsel olarak sıkıştırmaktadır. karar vermenin vakti geçmiştir ya da tam zamanıdır, ama emin olamaz. tek başına, kendi kendine oturur orada, sonra kalkar dolanır. bekler insanları, insanlardan bir şey beklemeden. deniz havasından raylara bırakır kendini. tren gelene kadar bekler. tehlikeyi özlemekten değil, meraktan sadece. herhengi bir şeyin sınırında olamamanın verdiği ufak rahatsızlıktan hep.

21 Mayıs 2008 Çarşamba

.benbizonlarbizler.

.zaman yavaş aktı birkaç gün. ne zaman ki istanbula döndüm zamanın yanılsaması çarptı. hayalimsi günlerden sonra rüyamsı bir sabaha uyumamış gözlerle baktıktan sonra uzak kaldığım yatağımda kulaklığım ve içimde sabit çalan dost melodilerle uyuyakaldım. günler uzak anlar yakın. uzak olduğundan daha yakın. gitmenin verdiği huzur, dönmenin verdiği sıkıntıyla birlikte günlrin bilinçsiz akışı içinde yalnızlığın rahatlığında sürüklenmek iyi geldi. bünye ses ister, gülmek ister, neşeli yüzler istermiş meğer. her zaman değilse de zaman zaman ister imiş.
.saçma sıkıntılar ve dertlerden uzak durmak için insanlardan uzak durmanın yeterli olduğu kanısına vardım. herkes değil tabi bu insanlar. en çok en az tanıdıklarıma ve beni kabul edebilenlere yanaştım. hatta benle kavga edenleri ister oldum yanımda. sessizliğe karşı anlamlı ses verenler. ama yine de ortabahçede yalnızım. tercihimdir. sıkıntılar gereksiz ise uzak durulası bir şeyler rahatlatıyorsa kimse kusura bakmasın. bu kadar sakin ve durgun iken kimseyle kafamı bozmaya niyetim yok.
.bir deniz havası, bir orman havası, bir de sabaha güneşin doğuşuna gevende havası yetti. bir de neşeli dostlar ve kahkahalar.
.hafifledi bedenim, süzülmek üzereydi pazartesi güneş doğarken ormana. yola çıkarken tek kaygım fazla bağlanmaktı bu huzura ve huzursuzluğa dayanamayıp kendimi yitirmek karanlıkta. günün aydınlığını örtecek kara perdeler aramaya başlamak ve sonsuzca huzursuzluğu damarlarımda hissedip zehirlemek birilerini. oysa her şey yolunda. biz de yoldaydık. hala da öyle değil miyiz?

(şu ana kadar yazdığım en kopuk yazı olmuş olabilme ihtimaline karşı uyarayım)

11 Mayıs 2008 Pazar

.kapattım kendimi.

.bitti. "şen" çocuklar gibi eğlenmece bitti. herkes için. birtakım insanlar için deli gibi koşturmaca bitti. bunun üstüne düşünceler içindeyim. sorgulamalar. berbat ilişkiler zincirinin yaralarını sarmadan daha derin yaralar açanları sorgulamakta ama kendi içimde. insanların kendilerini sorgulamadığı kadar onların davranışlarını kendi hatalarımla birleştirmekteyim. ne derlerse desinler. ben artık kendimi kapattım ve daha fazla tahammül edemeyeceğim şeylerden uzak durarak kimseye zarar vermeyeceğimi biliyorum.
.burda durup, tek başıma kalacağım bir süre daha. sonra yollar var düşeceğim. uzaklarda olacağım. hiçkimsesiz olmak istiyorum.
.ağlamak istiyorum sorgulamayacaklarsa. koşmak istiyorum sonra uzaklara, peşime düşmeyeceklerse. geri dönmediğim günleri saymayacakları kadar çok kaçmak istiyorum buralardan. hiç ses çıkarmasınlar. ben susacağım.

4 Mayıs 2008 Pazar

.sayılar.

jüri öncesi ıvır zıvır işler;

cumartesi sabah 10.00-pazar gece 23.30

uykusuzluk:44 saat
çay:30
o şarkı:210
tuvalete gitme sayısı:40
aynı anda interaktif konuşulan insan sayısı:10
can sıkıntısından fotoğraf işleme sayısı:20
copy-paste(bağlantı, çizim vs.):50

sonuç: proje seneye kalsın.

.zaman beklemez.


.gökyüzünde kara bulutlar var. yağmur havası, çok da alışılmış olandan değil ama. hafif bir esinti. saatlerdir uykuyu arzulamayan bünyemle huzursuzluğu erteleyen çalışma tempom yüksek. gecenin sabaha varacağı anlarda bir dostla olan uzun konuşmalardan sonra sevgi ve umut tekrar belirebildi. üstelik çok basitti her şey. olması gerektiği gibi hayatın. basit düşünmek gibi. derinliği kaybettirmeyen basitlik. sonra bir ses geldi dosttan. dosttan öte varlıktan. saatler boyu kulağımda. hala dönerken tek şarkı umudu bulabildiğimi hissettirdi tekrar bana. huzura yakınlık durumu. tek bir fotoğraf karesi ve sesler içinde kaybolan umutsuzluk. o kadar saf, naif ve bir o kadar olgundu. benden çıkamayacak kadar huzur doluydu. ve benim içimde. onun varlığıyla birleşen dünyam tekrar döndü küçük şeylere.

.umudum(uz) olsun bugün.

.düşmeyen gözyaşı.

.ağlamak üzereydi düşerken. düşleri kaybolmakta ya da siyaha dönmekteydi. kalktı tekrar koşmaya başladı. oysa gücü yoktu nefes almaya dahi. şimdi nefesini kaçmaya harcıyordu. sokaklar karanlık, evler sessiz, insanlar dinlenmekteydi. güneşin doğuşunda her şeyin değişeceği umuduyla uyumaya çalıştı o da. değişen tarihler, saatler, günler hiçbir şeyi değiştirmemişti. hala düşerken ağlamak üzere olması hissiyatı güçlüydü ondan. kazanan ya da kaybeden yoktu ama bir savaş olduğu belliydi. kalem kağıttan daha anlayışlısı yoktu etrafında. ya da etrafında kimse yoktu. bunu istemişti belki de. itmişti her şeyi bir yana.
.gözyaşları donup donup kalıp hayatın içinden yitiyor. ansızın gelip giden hislerin yaralarına değerek. kızamıyor, bağıramıyor, haykıramıyor. sadece biliyor. gerekenden fazlasını ve gerçekleri .cesaret edemediği ifade etmek sanki. korktuğu kendisi sadece.
.küçük anlarda gülümsemekyi başarıyordu ama içinde birikenlerin bir gün çağıldayarak akmasını an meselesiydi. yine de işler ve sorumluluklar arası gidiş-gelişler tutunacağı bir daldı kendi şelalesinden denize düşüşünü engelleyen. ama sadece şimdilik.

3 Mayıs 2008 Cumartesi

.tek arzu.

.tereddütlüydüm. yazıp yazamamak konusunda. fazla açık ol(a)mamak ve yıkıcı olabilmek arasında bir yerlerde sürüklenme ihtimaline karşı. kendi yükünü taşımakta zorlanan birine vurmak gerek heralde. eksik kalmasın diye öldürücü darbeleri de unutmamak gerek.
.fazla huzur mu her şeye sebep. her şeyin olduğunca sakin ama heyecanlı olması mı yanlış olan. düne rağmen umut kırıntılarımı her alanda yok etmek mi gerek. hiçbiri soru değil, düz yazı olmadığı kadar. kendini saçma üçgenler içinde kaybolmuş bulur. sonrası zincirleme kaza misali ardı arkası kesilmez durumlar. zırvalıklar, hayat, sevgi vs. ne varsa ortalığa saçılmış. toplanması gerek. kıskançlıklar, ikili konuşmalar, 2 üssü sonsuz kombinasyonlar. neden sorusu ve koca boşluk. cevapsız kalan, kalması gereken soru.
.düşüncelerim burada değildi. beni sürükleyen sulara kapıldım. elimde olmadan. üst üste 2 günün bu kadar çok bitmesini arzu etmek tehlikeli. şu anda 3.sü de bitsin isterken bir de.
.nisanın bitişi ile gelen huzur dalgası sonsuzlukta kayboldu. bir ayın sonunu daha beklemeye gücüm kalmayabilir. uyumaya bile cesaretim yok. uyku beni almayacak diye korktukça da olmayacak.

1 Mayıs 2008 Perşembe

.bitsin.

.bir günün bitmesini bu kadar kıvranarak istememiştim. bahar geldi. emek ve sevgi olması gereken bir gün savaş oldu. sadece engeller ve savunmasız insanlara atılan gazlar, püskürtülen sular. ve sadece kıvranabilirdi insan. ve sadece direnebilirdi gücü yettiğince. bir çiçek uzatmasına bile izin vermezdi korkunç yüzlü canlılar. sert durmak fayda etmiyor. kararlılık da. izledim ve kıvrandım.
yavaş yavaş öfke doluyor benlikler. bastırılan sesler çoğalıyor ve büyüyor. korkutan yüzler sayılarıyla varlar belki ama düşünceler gücünü koruyor.
artık sadece bitsin bugün. her anında dolup dolup içimize geri itilen sözler, şarkılar, türküler geleceğe kalsın. ama değiştirmek gerek. kendimizden başlayarak her şeyi.