28 Temmuz 2008 Pazartesi

.mutluluk bunalımı.

.insan mutlu olmaktan yıllarca uzak yaşarsa sanırım bunun şaşkınlığıyla bunalım yaşayabilir. şahsen ben mutluluk bunalımında bir insanım. evimdeyim, huzurluyum, istediğimce uzağım sosyal hayattan, odamda birtakım yeni tasarımsal girişimlerdeyim, odam eskisi kadar dağınık değil(en azından her an düşme tehlikesi yok odamda gezerken), ailemle gerginlik yaşamadan birbirmizin yaşamına saygı duyarak aynı çatı altında yaşıyorum vs.
.uyuyorum, kitap okuyorum, evden çıkamıyorum, sadece ıslak havalarda nemlenmeye koşuyorum. çok garip bir durum. bolca müzik etkisinde sıkılıoyorum bir nevi. insanları özleyemiyorum ya da çok özlüyorum ama bir duvar var onu aşamıyorum, düşüyorum olduğum yere. ihtiyacım olan ne, ben de bilmiyorum. ilginç bir şey ama konserlere gitmeye bile tam olarak hevesli değilim. goran bregoviç abi geliyor, evet özledim, hem de çok ama bir değişik istekliyim.
.mutluluk bunalımı nasıl olurmuş diye sormayın, başınıza gelmesin. sıkılmak bile daha eğlenceli. bu halimi nasıl sonlandıracağıma dair fikrim yok. acaba bütün tatilimi bu miskinlikte tüketmekle mi geçireceğim diye düşünüyorum.

27 Temmuz 2008 Pazar

.rain rain.

.sokağa çıktım istanbul'da. yine nefret ettim insanlardan. hayır ben kin dolu bir insan değilim. istanbul bana öğretti bu lafları. nefret uzak bana. anlamsız. insanlara tahammülsüzlüğüm o korkunç hallerinden. dayanamadım. koşamadım ama daha hızlıydım. uzaklaştım, yenileri geldi, pedala yüklendim yeni canavar yüzlerle karşılaşmaya. sonra 1 damla düştü başıma. bir damla daha ve hızlandı damlalar. hızlandım damlalarla bir süre. durdum sonra, ıslanmaya durdum. arınmaya durdum. şehrin arınmasını bekleyemedim, umudunu taşıyamadım. ama yağmur vardı. yağmura inanıyorum.
sonra televizyonun korkunçluğuyla karşılaştım evde, kan dolu kareler vardı kanallarda. şaşırdım. uzun zamandır aptal kutusuna bakmamıştım, terk edeli çok olmuştu. ama bekledim. saat 01:00 oldu bekledim, aptal kutusunu beklediğime inanmak zor ama bekledim. neyi olabilir? evet gevende'yi. eskişehir'de gezinirken kaçırdığım canlı kayıt şeysini, üstelik daha tazeydi sesleri üstümde ama hep taze kalsın isterdim onları. sermest, nem, nayu, esinti ve klasik son çelik çomak'tan sonra ve yüksek alkol üstüne uyuyup pazar sabahına uyanmayı düşlüyorum. uyumadan düşlüyorum. pazar keyfiyle dostlarımı karşılamak, taze çaylar içmek, ılık kahkahalar atmak.
gevende bir bağımılık, bir kaçış, bir dost, vazgeçilmez. seslerine, dostluklarına sağlık.
ve bütün nefrete yakın duygulardan arınarak son yudumumu alıp aptal kutusunu kapatıp gidiyorum.

19 Temmuz 2008 Cumartesi

.jonathan ve martı ve...

.hikayeleri vardır müziğin. sesler arasında sözler içinde üretenin, dinleyenin, katılanın masalı olur. yine eskişehir ve yine hikayeler. bu sefer sözler bir dile ait(türkçe). canlı performanslarını üst üste kaçırıp sonunda 6 ay kadar önce dinlemiştim. şimdi de esprili cd'leri elimde, yanımda, kulağımda.


ezgi gedik(klavye,piyanao,vokal), atacan yücel (bas,vokal), murat tülek (davul,vokal) olmak üzere 3 sevimli insandan oluşan kırık çizgi dedim ya eskişehir'den gelivermiş buralara. bu 3 arkadaşın eskişehir'den üniversite sınavıyla dağılması ve istanbul'da buluşması ile güzel seslerini paylaşan kırık çizgi, sade yapısı, oyunsu müzikal halleriyle denenmesi gereken bir tat.

o zaman paylaşmak kalıyor geriye.
myspace

"onun adı karmaşa" değil kırık çizgi


1.jonathan ve güvercin
2.evvel zaman
3.nereye
4.yumak
5.koza
6.karmaşa
7.m.y.
8.esnek
9.bugün
10.soğuk
11.hissiz
12.çöpmüş meğer
13.sözümüz yok

18 Temmuz 2008 Cuma

.pushing daisies.

.hadi bakalım. masal gibi dizi. sevdim. ilk izlediğimde vurulmuştum.
.durum.1.ben de pastanem olsun istiyorum.


.durum.2.lee pace'e the fall izledikten sonra hayran kaldım.

.durum.3.her ne kadar başka film ve dizilerden esinlenme olsa da masalsı olması yeterli benim için. seviyorum işte.

.dokunuş. çok ilginç. dokunamak, daha da ilginç. naif.


"i am only a pie-maker"

.ıslak gün,miskin kedi.

.kendime dair tespit.1.yazıları biriktirip biriktirip yazıyorum. zaten okuyan yok bir de uzun olsun iyice can sıkıcı hale gelsin.

.çarşamba sabaha karşı yatarken-kronik uykusuz halleri-üşüdüm. pencere açık, bir fırtına havası. güneş doğmadı bu sefer üstüme, yağmur seslerine uyandım. 1 haftadan fazladır istanbul'da olmak yeteri kadar cansıkıcı iken, bir de havanın bunaltıcı olması üstüne şehir arındı pisliklerinden, metaforik olarak, saflaştı bir nebze. insanlar ıslanmayı istemez çoğu kez, oysa damlaların getirdiklerini bilmediklerindendir bu ürkeklikleri. ıslanan yerlere basan çekingen adımlarla korunduklarını sanarlar çamurdan, sudan.vapurun arka güvertesi boş, oturacak yerleri ıslak, insanlar sıcak ve kuru yerler arayışında, oysa aylardır sıcaktan şikayet ederken tek istedikleri yağmurdu çoğunun, biraz esinti, serin bir hava. ıslak havanın ev hali de bir başka oluyor tabi. miskin kedi misali evde sıcak yatakta kahvaltı üstü uykusu çekiyor canım. sonra bu miskin kedi hali hoşuma gidiyor bir yandan, kedi olmak istiyorum. sonra yağmura çıkıyorum ıslanmaya, sokaklarda sulara girip çıkmaya, gülmeye, eğlenmeye, çocuklaşmaya. miskin kedi olamyı unutuyorum. daha çok sudan çıkmış balık halindeyim. unutkan, mutlu, ıslak ve seyyah. yürüyorum, sokaklar özgürlük. miskin değil sadece unutkanım bir balık kadar. mutluyum sustuğum kadar.
hadi bugünlük kısa oldu kurtuldunuz benden.

13 Temmuz 2008 Pazar

.again.the fall.


.neden bu kadar etkileyici olmak zorunda? aylar geçti ama sahneler beynimde ve tekrar tekrar izliyorum sadece fragmanı, elde olan tek şeyi. bu kadar olamaz. içime işledi. lütfen biri dvd sini bulsun!

.bir pazar hikayesi ve eksik kalan yazılar.

.not1.sevgili gökçe "neden yazmıyor?" diye benim sayfamı açmaktan usanmadıysa, artık tekrar yazıyorum, kaçmadım. ama uzun yazacağım, sabır dilioyorum.

.evet bugün pazar idi. artık bitecek. özel sektörde çalışanların tek tatil günü, tabi eğer şanslılarsa. sabahtan düştüm yola, adaya doğru. evde kimse yok, yaşasın. saat 8.30, vapur gider kınalı ve burgaz'a. elbette burgaz'ı seçtim. bisikletim, çantam ve ben sokaklarında dolandık, durduk, gördük ve istanbul'un bunaltıcı karmaşasından kaçmayı başardık. kuşlar ve poyraz ve deniz sesi. o kadar. araç yok, insan da yok tepelere doğru. kaldırıma oturup yazdım, baktım, kokladım, sustum. dünyanın huzurlu köşesine birkaç saatlik kaçmak yetti. sonra sonra eve gelip, tek başınalığın keyfini bir filmle çıkarayım dedim. mis oldu. sonra sonra, birtakım yavru kediler görmeye gittim. aç kalmış anası ve büyük kardeşleri, hemen kadıköy den 1 kilo mama ile koştum evlerine. 3 fare, siyah- beyaz, ufacık. sonra eve dönüp 1 film daha. adını anmadan geçemeyeceğim ve şiddetle tavsiye edeceğim. "yumurta". türk sinemasının son 10 yılda ürettiklerine hayranım, avrupa da neymiş? "the fall" son zamanlarda izlediğim en vurucu filmdiyse de, yumurta da aklıma kazındı. akıcı ve sakin havayı nasıl birarada verir ki bir film? çok sevdim.

.bugün devendra günüm. yolda dinledim kendimi çimenler üstünde gördüm. doğa ve gitar sesi. yeter. giderek daha bir aydınlık yazmaya başladım.
.neden1. beyoğlu zehirli demiştim, artık gitmiyorum.
.neden2.balık gibi her gün yüzüyorum, heralde hafızam epey yitik, hatırlamayınca huzurlu olabiliyor insan.
.neden3.zorlama ilişkiler yok. kimseyle görüşmüyorum. çok güzel.
.neden4.poyraz iyi geliyor bana. deniz havası geliyor.
.neden5.eskisi kadar hatta daha çok mektup yazıyorum ve yine susuyorum.
.hayat güzelmiş. artık grilik o kadar da baskın değil. ama gri hala en sevdiğim. biraz da gülümsemek gerek.