30 Kasım 2008 Pazar

.manche menschen ändern sich nie.


.ne kadar söylesen boştur bazen. duvarlara bağırmak gibidir. usanmazsın ama nereye kadar. duvarlar yükselir önünde sıra sıra, iterler seni geriye. kalkar ayağa bir daha başını dikeltip açarsın ağzını. ama boşuna dedik ya. yine bir duvar yükselir önünde. neden inatla lafını dinletmeye çalışırsın ki. bu dünya kayıtsızdır artık insana, doğaya, cana. senin ufacık sözünün değeri yoktur ki. sus da otur yerine, kendi halinde bekle orada. ya da çek git buralardan. dünya bana ters, ya da ben ona ters. beni dinleyen rüzgarlarım, gözyaşımı yıkayan yağmurlarım, bana dokunan toprağım var. nefret dolmadan buralardan gitme vakti.

28 Kasım 2008 Cuma

.ashes and snow.


."if you come to me at this moment, your minutes will become hours, your hours will become days and your days will become a lifetime."
."to the princess of the elephants.i dissappeared exactly one year ago. on that day i received a letter. it called me back to the place where my life with the elephants began. please forgive me for the silence between us has been unbroken for one year. this letter breaks that silence. it marks my first of 365 letters to you. one for each day of silence. i will never be more myself than in these letters. they are maps of the bird path. and they are all that i know to be true."
."you will remember everything. all we'll be as before. in the beginning of time the sky is filled with flying elephants. every night they lay down in the same place in the sky and dreamt with one eye open. when you gaze up at the stars at night, you are looking into the unblinking eyes of elephants who sleep with one eye open. to best keep watch over us."
."ever since my house burn down i see the moon more clearly. i gazed upon all the edens that had fallen in me. i saw edens that i had held in my hands but let go. i saw promises i did not keep, pains i did not souv, wounds i did not heal, tears i did nor shed, i see deads i did not mourn, prayers i did not answer, door i did not open, doors i did not close, lovers i left behind and dreams i did not live. i saw all that was offered to me, that i could not expect. i saw the letters i wished for but never receive. i saw all that could have been but never will be."
."an elephant with his trunks raised is a letter to the stars. a breaching whale is a letter from a bottom of the sea. these images are letter to my dreams. these letters are my letters to you."
."my heart is like an old house whose windows have not been open for years. but now hear the windows openning. i remember the cranes flowling about the melting snows of the himalayas. sleeping on the tails on meneties, the songs of the beard of the seals, the bark of the zebra, the thrill of ,the clicks of the sand, the ears of the caracal, the sway of the elephants, the breaching of the whales and the silhouette of the eland.i remember the curl of the meerkat's toes, floating on the ganges, sailing on the nile, ascending the steps of...i remember wandering through the corridors of hatshepsut and the faces of many women. endless seas and thousand miles of rivers. i remember father to children... and the taste... i remember... and the pealing of the peach... i remember everything. but i do not remember ever having left."
."the longer i watch the savanna elephants, the more i listen, the more that i open, they remind me of who i am. may the guardian elepjants hear my wish to colloborate with all the musicians of nature's orchestra. i want to see through the eye of an elephant. i want to join the dance that has no steps. i want to become the dance. "
."i can't tell if you're getting closer or farther away. i long for the serenity i found when i looked upon your face. perhaps if your face could be returned to me now, i would find it easier to recover the face i seemed to have lost, my own.
."feather to fire, fire to blood, blood to bone, bone t marrow, marrow to ashes, ashes to snow, feather to fire, fire to blood, blood to bone, bone to marrow, marrow to ashes, ashes to snow,feather to fire, fire to blood, blood to bone, bone to marrow, marrow to ashes, ashes to snow,feather to fire, fire to blood, blood to bone, bone to marrow, marrow to ashes, ashes to snow,feather to fire, fire to blood, blood to bone, bone to marrow, marrow to ashes, ashes to snow,feather to fire, fire to blood, blood to bone, bone to marrow, marrow to ashes, ashes to snow..."
."the whales did not sing, because they have an answer. they sing because they have a song".
."what matters is not what is written on the page, what matters is what is written in the heart. so burn the letters and lay their ashes on the snow at the river's edge when spring comes and the snow melts and the river rises,return to the bank's of the river and reread my letters with eyes closed. let the words and images wash over your body loke waves. reread the letters with your hand cupped over your ear. listen to the songs of eden. page after page,after page. fly the birth path. fly, fly,fly...".

.korkuyorum kendimden.

.duyamamak görememekten bir adım daha önde, daha kötü bir şey.bunu konuştuktan saatler sonra tek kulağım tıkandı. tam tıkanmak değil aslında. etrafımdaki sesler yiterken etrafımda olmayan ve duyma ihtimalim olmayan uzaklıktaki sesler derinden gelmeye başladı. dün evde her şey sessizken bir televizyon programı sol kulağımda, insanlar konuşuyor, sanki bir tartışma programı. çok ürkütücü. az önce de bir kapı zili duydum ama bizim evin zili olmayan. neler oluyor? normal bir insan gibi duymak istiyorum artık.

23 Kasım 2008 Pazar

.nostaljik bunalım.

.kötü olmaya sabep bulmak kolay. nostaljik olmayı getiriyor bazen peşi sıra. şimdi açmış mor ve ötesi dinliyorsam bunda saçma bir özlem var. hep yağmurlu gri günlerdi lisede sevdiğim günler, sabit ruh halimin yansıması olduğu için belki de. işte bu yüzden eski mor ve ötesi parçalarında buldum kendimi yeniden. yok aslında öyle kendini bulmak diye bir şey. sadece o somurtkan halim ve o anlatılması güç atmosfer var odamda. seviyorum bunu. saçmalık.
.3 kişi vardı o zamanlardan beri yanımda olan. hayır şimdi sadece 3ü kaldı değil. zaten 3 tane arkadaşım vardı. uç ilişkilerdi, zordu, ilkti, etkileyiciydi. hayatımı yönlendirdikleri kesin. şimdiyse oldukça uzaklar. aslında hep içimde olup da uzaklar.
.karanlıkta söylediğim "23" ile geçen geceler, ne kadar çok ağladığım ve asla çözemediğim, konuşmaktan kaçtığım, hepsi şu anda yanımda. elimde geçmişten kareler, içimde garip bir burkulma. nedenini bilmediğim bir hüzün içinde sürükleyen melodiler. vazgeçmeyeceğim bu gecelik.
."23"ten sonra sıra "beyaz"da. kaçış parçam. gitarımla çalmayı denemiştim ilk bu parçayı. asla etkisi geçmeyecek hep o zamanlarda kalacağımı sanmıştım.
.ama o fısıldayan sesiyle, "gölgem var iyi ki gölgem var" derken özdeşleştirmemem elde değil kendimle. "iyi ki varsın iyi ki yokum".
.geçmişteyim dostlar. geçmişte kalanlar, kalmayı tercih edenlerdeyim. dayanabileceğimden fazla özledim. unutamayacağım kadar çok iz var. bir yandan da yanımdakileri hırpaladım. yanlış olan bendim. çekip gitmeyen de ben. yarın güneş doğduğunda tekrar düşüneceğim, halim kaldığınca.

.dark and lost.

.birer birer elimden kaydı taşlar. oysa hepsini çok severdim, hala seviyorum. hırçın dalgaların arasında bulmuştum onları kayıp bir sahil akşamında. sonra sabah güneş üstüme doğarken titreyerek uyanmıştım soğuk kumların üzerinde. deniz durgun, hava ılıktı artık. kumlara vurmuştu başka güzel taşlar. hepsini topladım, ceplerime doldurdum. daha da soğuktum artık. adımlar hızlandı, ısınma belirtisi yoktu. güneşin yükselmesini algılıyor ama hissedemiyordum. denizden uzaklaşmak istemiyordum. suya dokunmaya ihtiyacım vardım. daha çok titreyerek. kayalar vardı hemen ilerde. ulaştığımda azalmıştı taşlarım. neden bilmiyordum. soğukluğumdan belki de. yine de hala yanımda olanlar vardı. çaba göstermedim hiçbir şey için. sadece oturudum ve dalgalara bıraktım kendimi yavaşça. ıslandım, titredim, dalgalar geldikçe kaybettim taşları. yakaladım, sımısıkı sardım onları. ama barınmak istemiyorlardı. baskı altında hissediyorlardı belki de. kayıp gittiler elimden. çağırdılar sonra ama rahatsız hissettim yanlarında kendimi. bu sefer ben kaçıyordum. sessizce. daldım. nefesim yettiğince kayboldum denizin içinde. çıktığımda sudan kimse yoktu. kendimle kalmam izin verin. sadece bunu istiyordum. lost.

22 Kasım 2008 Cumartesi

.uzak dur.sessizliğe geri dönüş.

.susmak daha anlamlı kaldı bütün her şeyin yanında. anlayışın yittiği, yıprandığı ve çürüdüğü noktada, sesizlik elimde kalan son oyuncak.
.vapurum çoktan gitmiş, tren de kaçmış, sokaklar benim şimdilik. güç savaşında değilim. kendimi korumak istiyorum sadece. oturuyorum, uzanıyorum saatlerin içinde. güneşin doğduğu ara sokakların sıcaklığını bulamamamak korkutuyor. kalkıp gideceğim yerlerin beni istememeyen yüzlerini karşılamak zorundayım sanki. kimse yaklaşmasa, zorlamasa.
.suç yok. ben de yokum. hoşçakalın demeden kalkıp gidebilirim. daha da kırıcı olabilirim. yıkıp geçebilirim, o yüzden sadece yaklaşmamamı sorgulamayın. daha uzak, daha kapalı ve yitik.
.aklımda yol, içimde nem var. uzaklara ansızın çekip gidebilme arzusu.

12 Kasım 2008 Çarşamba

.yapılası şeyler ve yapılması gerekenler.

.yapılası şeyler ve yapmam gerekenler hep çelişiyor.
.şehir planlamak ya da kentsel tasarım yapmaktan uzağım ki hayatımı planlamaktan acizim. haydi bir deneyelim hayatı planlamayı.
.çirkin kısımdan başlayalım;
.puf1.procenin analizleri, tasarımları ve paftaları. sayfalar dolusu listeler boyu proce işleri.
.puf2.bölge bilimi vizesine çalışmak ve sevgili gülden'in derste kopuk kopuk anlattığı konu başlıklarını kafamda oturtmak.
.puf3.sabahın kör vakti taşkışla'ya yetişmek ki en sevdiğim mehmet ocakçı'yı dinlemek var ucunda ama sabah 8buçukta ders olmaz ki kardeşim. midem bulanıyor, dengesiz uykusuzluk döneminde hoş hissettirmiyor.
.ama bu sıkışıklıkta aklımda başka şeyler var elbette;
.cici1.yazı yazmak, çok fazla şey üstüne.
.cici2.çizmek, karalamak, duvar boyamak.
.cici3.yelek, kıravat, şapka örmek, yeni bileklik tasarımları yapmak.
.cici4.yeni kurbiyeler pişirmek ve insanlara tattırmak.

biraz puf'lara odaklanmam gerek.cici'ler gece saatlerine ertelenecek. çünkü her puf yapmayı denediğimde kaçıyorum, uyumak istiyorum hatta. ki pek uyuyamayan bir insanım. cici'ler hep yapılası, uyumak isteğini güneşin doğuşuna kadar unutturuyor, sonra gün olunca 1-2 saat gözlerimi dinlendiresiye "yatağa git" diyorlar.

hadi bakalım, bir yemek yiyeyim puf'lara başlayacağım. valla başlayacağım. isteksiz de olsa. biraz zorlamak gerek. yitik güz olma yolundan çıkarmalıyım hayatın bu kısmını.
(.gerekliliklerden kurtulmak mümkün olmayacak.)

9 Kasım 2008 Pazar

.zerre.


.beklenen gün geldi. 2006'dan beri hasretle beklenen replikas'ın yeni albümü artık elimizde.
2000'de köledoyuran'la hayatımıza giren replikas 2002 dadaruhi, 2005 avaz ve 2006 fm ile devam etti. köledoyuran'ın karanlığı ve ham sesleri, dadaruhi'nin işlenmişliği ve devam eden karartısı, avaz'ın doygunluğu ve dillere yapışan sözleri, fm'nin filmleri ve atmosferinden sonra 2 yıl durduk ve izledik replikas'ı. her canlı performanslarında parça parça yeni deneylerini paylaştılar. şekillenirken her şey kestirmek zordu nasıl bir kuyuya indiğimizi. içine girilesi ama bir o kadar da bunaltılarında boğulma ürküntüsü ile doluydu yeni sesleri.
.sıra geldi zerre'ye. tarih 5 kasım. albüm düştü üstümüze. ama bunun bir de canlı hali vardı albümden önce. gizli albüm ifşa konseri. oradan başlamalı hikayeye.


.tarih 18 ekim cumartesi. replikas'ın sabit sahnesi peyote ve bence en ait oldukları.
.1 yıldır hep aynı giriş parçası, buki synth. sonra yeni sesler geldi, hadi devam dediler, hep yeni dediler. arada yine avaz'dan 1-2 parça vardı tüm köledoyuran çığlıklarımıza rağmen. tıkış tıkış dolu orta katta tazecik seslerden arada tanıdık melodiler geliyordu elbet. dedim ya, süreçte hep paylaşmışlardı deneylerini. hortum geldi, saz çaldı. her şey bittiğinde ortalık dinginleşti ama aklımda soru işaretleri ve heyecanla aldım elime albümü. peyote etiketiyle çıkan ilk albüm, replikas, zerre. çok güzel. içine girdin mi çıkılmaz sesler var orada. girelim o zaman.


.buki synth olmuş bu sıkıntı, pek şahane. ağırdan ağırdan kanayan bir yara. sonsuzluğa ilerleyen bir gidişi var. nerden tutsan can yakan bir parça olmuş, aslında bir intro tadında.
.sonra geliyor zerre. kelimelerle oynayıp da sert vuruşlarıyla inip inip çıkan ama asla duruşundan aviz vermeyen bir şeyler var. arada gökçe ve akustik gitarıyla sadeleşen ama sonra çığlığını son nefesine kadar patlatan zerre, "zerredir belki ama yok denilmez".
.bugün varım yarın yokum
demek çok açık olmuş bu sefer. gitmek üzerine çok sözleri var bu adamların ama ilk kez bu kadar net. içselleştirmek tehlikeli olabilir çünkü biliriz, "gündüz biter, başlar gece, mutluluk ve ölümle".
.dulcinea
, reverie falls on all insanları etkisinde çıkmış hissiyatını verdi hemen. en farklı parçalardan biri. hikaye anlatırcasına ilerliyor, döngüselliğinde boğulurcasına gözlerini kapatıyor ve susuyor. "yokluğuna varlık dayanmaz" yankılanıyor, ses oyunları decam ederken.
.bas geliyor içerden bir yerden, fısır fısır geliyor sesi gökçe'nin, karanlıkta oyun oynarken ışıklar birden açılıyor, nefesliler kovalıyor, tökezliyor ama düşmüyor bitti deme. "zehirinden içmedikçe, gamından çekmedikçe, solacaksak hiçte, gördüm deme" ve sessizlik.
.griden siyaha yaklaşan tonlarda bir şeyler geliyor. vakt-i kerahat güneşe karşı durmuş, isyan ediyor, çekiliyor, ağlıyor, sesini yükseltiyor sonra da ölüyor, öldürüyor. zor, "dişimle tırnağımla varlığımı ben buldum".
.bozuk düzen gelsin hadi, sarhoş edip döndürsün başımızı. çekmeye başlasın aşağılara. dursun bir saz dinleyelim. sonra yine diplere.
"benden hiçbir şey bekleme, varlık yokluğun içinde" deyince orçun, durduk bir. boş vücut ürküttü ve sonra son söz geldi, "gerçek sessizliğin içinde", o halde buna susalım.
.gülmediğin günler damla damla gelirken uykuyla uyanıklık arası yanılsamalar içeri girdi. ve artık sadece "ellerinden dökülen yalnız senler" kaldı.
.tanıdık tanıdık seslerden hortum, artık eskisi kadar siyahi değil, hatta grimsi bir çığırış. çok yükseklerde uçuyor sonra yere yaklaşıyor ama hep yukarlarda dolanıyor.
.eksik epeyce eskileri andıran tınılarıyla hep biliyormuşum hissini verdi. "sonlar an içinde, anlar kan renginde".
.ruh~feza bitişe yaklaşırken çok hrpalayıcı, o kadar uzun yollar vardı ki önüme çizdiği, o kadar zifiri karanlıktı ki seslerine kapılmamak için çabaladım ama sürükledi yine de. gidiyor, dönüyor, kaçmaya çalışıyor ama başaramıyor. sonunda özgür kaldığında bir süre sessizlik ve üstüne saklı gizli parçamız geliyor, hem de ruh~feza'nın üstüne biraz şaka yapar gibi. hafiften bir eğlencelik yanı var.
.albüme dair küçük bir hikaye var. kayıt yapmak için gerçek mekanlar kullanmak isteğiyle epey bir çaba serf etmişler. bir takım kayıtları çubuklu hayal kahvesinde yapmışlardı ama sanırsam o kayıtları kullanmadılar albümde. atmosfer olarak çok güzel bir mekan ve boş halinde akustiği de çok farklı oluyor. her şey basçı selçuk'un tanıdığı bir bakkaldan öğrenip de kayıt yapmak için gittikleri gökçeada eski hapishanesiyle başlıyor. tam istedikleri yeri bulan replikas atlıyor minibüse, dolduruyor enstrümanları, yazı orada geçiriyor. işte, albümde dinlediğimiz davullar, baslar ve perküsyonlar orada kaydediliyor.
dinlemeye doyulmaz, zerre'den geçilmez.
zerre-cnntürk