25 Aralık 2010 Cumartesi

.boşlukların patlayışı.

.başımın ağrısına bir de kendime katlanamıyorum. yakıp yıkıp gitmemek için sakinleşmeyi bekliyorum. sonra da gitmeyi. belki de hiç dönmemeyi. ihtimallerin tesellisiyle yaşamak da değil istediğim, var olan düzene boyun eğmek de. ne istemediğimi bilebilmek bu kadar kolayken ne istediğimi bilememek neden bu kadar karmaşık. ya da basit. anlaşılmaz biçimde karıştırmak benim görevimmiş gibi, basit olan her şey daha karmaşık.
.kendime katlanamıyorum.

.boşluk5.

.peki ya ne istiyorum? işte bu soru tuzak. o yüzden kaçak yanıtlarla sizi de gençliğime davet ediyorum.
.öğle vakti hiç sevmediğim halde sırf zaman geçsin diye bi 5 dakika kadar tahammül edebildiğim televizyon kutusunun başına geçtim. o sırada rast geldiğim müzik ve sonra algıladığım görüntüler beni nereler getirdi hemen anlatıyorum.
.fonda mor ve ötesinin giderek kalitesizleşen müziklerinden yine katlanılabilir olanı, sonra da görüntüler "başka dilde aşk". bu aralar yeni türk sinemasına takık beynim, 'bunu da denemek lazım' dedi. ve işte filmi izledim, beğendim, tamam "çoğunluk" gibi bir şeylere dokunmadı, ama naifti. sonra da yalnız başıma evde otururacağım saatlerin bilinciyle mor ve ötesine saygı köşesi kurdum kendime. ama şimdi bu albümleri çok güzel.


.zamanı da bıraktım akıyor zaten, ben çoğunda sıkılıyor ve bunaltılar içine giriyorum.

.evet onlar da bir zamanlar genç ve naiflerdi,artık yitirdikleri her şey şu fotoğrafta var bence.

24 Aralık 2010 Cuma

.boşluk4.

.öylece sıkılıyorum işte. elime ne kitap alsam bitirebiliyorum, ne bi işe başlayabiliyorum aslında tam olarak. işte sonra da sonsuz bir döngüde bu duruma daha çok sıkılıp daha da işlevsiz bir hale geçiyorum. geçiştirme sürecini biliyorum, insanlarla vakit geçir, beynini meşgul tut, azcık dağıt, azcık eğlen, geçsin gitsin. arada uyandıkça delleniyorum işte böyle. yeniden uykuya yatıyorum. kaçıyorum.

7 Aralık 2010 Salı

.boşluk3.

.bugün kısacık kestim saçlarımı. bu aralar diyaloglarımı kestirip attığım gibi. her fazla kelimeden, her mutluluk gelecek andan kıstığım gibi. üzerimde bir ağırlık, midemde bir bulantı. hepsi geçer, biliyorum, kendi kendime gülümsüyorum. ama paylaşamıyorum, öylece kalıveriyor yüzümde, sonra siliniveriyor. sözsüz masallar anlatıyorum, duyan yok. iç seslerimi duysalar diyorum, sonra vazgeçiyorum.
kaybettiklerim hep daha fazla oldu, o zaman ne diye daha çoğunu kesip atarsın ki? sahiplenmeyi sevemediğimden, sonsuza/sonuna kadar elimde tutamayacağımı bildiğimden mi?
.ne büyük aptallıklar peşinde aklım yine. geriye kalan bi o var herhalde, ne yüreğim ne de ruhum yerli yerinde, hissedebildiğim zerre kalmamış meğer. yalan oyunlarla dolandırmışım herkesleri, şimdiyse inziva vakti, bir süredir sürüp gelen.

4 Aralık 2010 Cumartesi

.boşluk2.

.gözyaşlarımı biriktiyorum sanki ,hepsi mideme doluyor. ama zerre acı yok, nedenini anlamıyorum. belki de doğrusu bu. kötü hissetmek mi gerek şimdi, yoksa bu da bir yaptırım mı sadece.
.hiçbiri diğerinden öncelikli değil, hiçbiri diğerine üstün değil. eşitlik demiyorum bunun adına, boşluğun yankısı işte, içimden içime, o kadar. duvarlarımı örten karanlık. duvarlar ben, duvarlar soğuk, hissiz, cansız. nefesler kesik kesik duyuluyor belki öteden ama duymak istemiyorum ve kapatıyorum. konuşmalar, kahkahalar siliniyor hep birlikte, yavaşça ayağa kalkıp gidiyorum, fark edilmeyiş hoşuma bile gidiyor, değersizleştiriyorum kendimce. önemsizleştiriyorum her bir parçayı ve en basit düzlemde bakıyorum. gidemiyorsam kalmayayım diyorum. uzaklaşıyorum. işte uzak-ben.

.the majority.


.ideale yaklaşan hayatlar üzerindeyiz, hayallerimizi unutmuş öylece yaşayıp giderken erteliyoruz. kimi zaman birileri bastırıyor o dış seslerimizi, sonra da biz kendi iç seslerimizi yok ediyoruz usulca. hepimiz "çoğunluk" un üyeleriyiz. "delice" ve belki de "serseri" tanımlanan hayatlardan kaçıyoruz. en "güvenli" olan şimdiki zamanın rutin hayatında sürüklenmeyi seçiyoruz, seçme şansımız var ise, gücümüz var ise.derinlere gömüldükçe gerçekliğimiz, yapmacık oyunlar içinde oluyoruz ve işte yeni gerçeklik.
.bir delirsem yeniden, bırakıp bütün alışkanlıkları, o bütün bilindiklikleri, sorsak sonsuz aynayla çevrili boşlukta sorsak, "gerçekten istediğin ne?". ve işte düşüş, o sorunun peşinde, geçmişi gelecek kurgularını, çevreden gelen sinir bozucu gülüşleri, alayları da katıp yanına susmak ve ilerlemek. soruyu unutmadan kaybolmak yine de. kayboluyorum, ama hala "çoğunluk"un içinde.