27 Nisan 2010 Salı

.dreamer can only gain pain.

.hiçbir şey yok, hayır sadece hiçbir şey var. iyi giden nefes aldığımız gerçeği mi, ironik. fazla kirli ve ve fazla safım. oysa sen fazla güzel kokuyorsun, gerçekliğinden şüphe edilecek bir temizlik. sakladığın kelimeler ortaya koyduklarından daha belirgin. o zaman artık bırak, yalanlarla dolu bir güven oyunu kurmanın anlamsızlığının farkına var şimdi hemen. saklanıyorum, karanlığın aydınlığa kavuşmasından önce kayboluyorum.

24 Nisan 2010 Cumartesi

.dream of leaving,alone...

.ışıkları açıyorum,sonra bir panikle kapatıyorum. karanlıktan korkmuyorum, ama aydınlığın o çarpık gerçekleri ortaya çıkarmasından ürküyorum. her şey o kadar içiçe, o kadar dağınık ki, aydınlığa tahammül edemiyorum. hadi gidelim buradan diyorum, kimse yok aslında. gidiyorum. oh be. ama aslında yorgunluktan yatağa düşen bedenin hayal dünyasındaki adımları o gidişler. uyanıyorum güneş yükselirken ve henüz gözümü almazken, bir parça umutlanıyorum. ama yine aydınlık aynı yatak ve aynı kokular çevremde. gidebilenlerden olamıyorum. bekliyorum. birazdan hiçbir şeysiz çekip gitmeyi düşlüyorum. yine düşecekse bedenim, hayır, artık hayalleri istemiyorum. sadece uzak olmak istiyorum.

7 Nisan 2010 Çarşamba

.o kadar önemsiz(iz) ki.



.tanıdık mekanlar, tanıdık yüzler. hani çayınızı kaç şekerli içtiğinizi bilen, gelişinizden kahve anınızda olduğunuzu yakalayan insanlar vardır ya. isminizi bilmez ama sizi bilir. esnaftır işte onlar, koca şehirlerde hala yaşamaya çalışan. ve yine birini yitirdiğimi gördüm bugün.
.istiklal caddesinin kalabalığından kaçar buldum kendimi önce, ilk buralara ayak bastığımda. üniversitem geçirmişti beni avrupa yakasına. baktım ki taksim meydanından önce tüneli görmüşüm ben hep, denizden vurmuşum tepeye doğru kendimi, galayta kulesi'ne selam edip devam etmişim. tramvay durağına bakıp dosdoğru dalmışım o dar sokağa. eskimiş sandalyeler arasında gezinen kedilerden gayrı bir abi vardı ki, aksi gelir bazı bazı insanlara ama hep sıcaktı içim o sokağa girdiğimde. tanırdı beni, seni, onları. şimdiyle buz gibi o metal ve plastik sandalyeler gelmiş, çay ocağının duvarları boş. siz kimsiniz? ben varken, ve bizlerden öncekiler varken siz yoktunuz. asmalımescit'in bezgin'i gitti önce salaş sandalyeleriyle, yüksek bar sandalyeleri geldi yerine. insan geçmez iken oralardan adım atılmaz oldu o dar sokak. şimdi de tünel'in sıcak çayı kahvesi kalmadı.


.çok mu duygusal yaklaşıyorum, hatta duygu sömürüsü yapıyorum. belki evet. ama nefes alamadıkça esnaf, sandalyeler gibi plastikleştikçe ilişkiler. gidenler bu kadarla kalsa, kalmıyor elbet. gidiyorlar ve biz sadece bakıyoruz, iki satır yazıp, üç beş söylenip, sonra da unutuyoruz. çünkü hayatımız büyük, çok büyük, diğer hayatlar ise hep küçük. aslında hepimiz o mavi noktanın içinde anlamsızız. (carl sagan'ın cosmos'undan kısa bir parça)