19 Aralık 2009 Cumartesi

.the walk.

.üstümden kalkmayan bir pus var. havanın soğukluğunda beni için için titreten bir pus. bedenimin titreşimleri ürkütüyor beni. huzurlu ruhumu öldürmeye çalışan bir zamanın içindeyim. eski griliklere dönmemi bekleyen boğuk sesleri duyar gibiyim. yanılsamalarla dolu zihnimi yiyip bitiren düşüncelere yenik düşmeye yaklaşıyorum. hayallerin gerçeğe dönmesinden hoşnutsuz olanların hırıltılarında yüzmekteyim. üstümden kalkın gidin, kaçmanın çözüm olmadığını öğreneli çok oldu. uzaklara dalan gözlerimi yakalamaya çalışmanız boşa çaba. gitmek fazla kolay artık. sadece bir an, ve hoop yokum artık çevrenizde. beni öldürmenizden bile daha kolay. gitmem işinize gelecekse durmayın, elinizden geldiğince yıpratın. evet hala titriyorum, üşümediği sanıyorum ama bu sadece bir hayal, istediğim.

"gerçekleşmelerimiz, olanaklarımızdan bağımsızdır-hatta, onlara karşıt...olabileceklerimizi olmamız olanaklı değil.olabileceklerimizi olamıyoruz.olanaklarımız olamadıklarımızdır."
oruç aruoba,yürüme

14 Aralık 2009 Pazartesi

.rüyalar yalan söyler mi?

.zihnimden akan sesleri duyabiliyor muyum hala, sanmıyorum. o kadar gürültü arasında düşüncelerim de yitip gidiyor. bir kuş sesi, bir rüzgar dansına o kadar açız ki, ama onun bile farkında değiliz. tüm ışıkları sönse kentin, tüm araçları dursa bir an, bacalar tütmese bir vakit. kaybettiğim her şey geri gelir, unutulan gökyüzü barışır yeniden. ne sokakların sesine tahammül edebilir insan ne de sessizlik sandığı fısıltılı uğultulara o zaman. her şey dinginleşir, hayat donar sanki bir an. ki zaten bu bir hayaldi. arzuladığım, bulamadıkça kaçmayı denediğim bir suskuluk anı. ne anlayabilmişimdir kendimi, ne de anlatabilmiş derdimi. şimdi sadece uzak kalmak için koşuyorum. eskiyen pabuçlarımla. sessizliğin bir fırtına habercisi olduğunu bildiyseniz eğer, beklenmedik değil bu sessiz serzenişler.

12 Aralık 2009 Cumartesi

.gri sız(k)ıntı.

.ummadığın, beklemediğin yerden gelir o mucizevi güzellikler. "neden ben?" diye sormaz mısın sen de... neden şimdi değil,neden ben. bunu hak edecek insan mıyım diye de mi sormazsın... elinde değildir, çıldırırsın mutluluktan belki de. anlamaya çalışır bir yandan da keyfini sürersin mut'un. ama mesele yalnız kaldığında bir karanlık gece gibi çökmesidir ruhuna bir endişenin. evet bu tam olarak bir endişe. kaybetmekten korkmak mı, hayır değil. o "neden" sorusu işte, yine dönüp dolaşır zihninde. eski günlerdeki bunalımlarından değil bu, başka. grinin gizlendiğini, sinsice derinlere sızdığını hissedersin. odanda ışıkları kapatır, tavana gözlerini diker uzanırsın yatağa. günden arta kalan gülümseme yorgunlukla birleşir ama birden o gri çıkagelir uykudan kapanan gözlerinin önüne. gerisi rüyalara karışır gider, unutulur bazı bazı. güne aydınlık başlasan da hafif burukluğu duyumsarsın göğsünde. sızı deyip geçmek kolay, korkarım ki çıkar bir gün bir yerden kocaman bir yara. ama şimdi yapabileceğin sadece keyfine varmak her nefesin, her anın.

11 Aralık 2009 Cuma

.git-gel halleri.

.halet-i ruhiyesi git gellerle dolu bir kişilik olarak ben-ki bir süredir sabitliğini koruyan bir mutlu, gülümser bir haldeydim-şimdilerde sevgili emektarın(yaşlı laptopum)git-gellerine eşlik etmeye başladım. sonra düşündüm ki, gerekli- ama ne kadar gerekli- bir bağım(lılığım)ız var bu teknolojiyle. evet var. zorunlu gibi gözüken ama aslında gereklilği bile tartışılır bir bağ. yetmiyori daha fazlasını istiyoruz. aslında bunu insan ilişkilerinde de görmek mümkün. sen kendinden verdikçe o daha çoğunu istiyor, sonra da anlam veremediğin bir bitkinlik bir yılgınlık. sadece tüketmeye kurgulanan beyinlere doğru evriliyor ve kabulleniyoruz sadece. sonsuza yakın veri var önümüzde, dikkatimiz dağınık ve neye nasıl tepki vereceğimiz artık karışıyor, otomatik pilota alıp gidiyoruz bir kıyamete. bir durup düşünme sürecine girebilmek için özel bir çaba sarf etmemiz gerekiyor gibi gözükse de aslında her şeyi biz büyütüyor, abartıyoruz. bu da duyumlardan geliyor biraz. basitleştirmedikçe hayatı hep yokuşa sürüyoruz. yokuşa sürdükçe "öff"ler yükseliyor. oysa yokuşun sonunu gördüğümüzde daralan nefesimize değecek gibidir çoğunlukla. zora süren biz, daralan biz, o zaman ne keyfi kaldı ki?

.nerden başlayıp nerden çıktım ben de bilemiyorum. bir sonuca varmaya çalışmıyorum sadece bir düşünsel akışa bırakıyorum kendimi. yazmak istediklerim bunlar değil belki ama yazabildiklerim bunlar. zihnimdeki imgeler kelimelere yansımasa da şimdilik-ya da en azından yazılmasa da buraya-git gel halleri bunlar.

1 Aralık 2009 Salı

.kalemsiz.

.sen de onlara benziyorsun. onlar her kim ise...toplumsal kalıpların "onlar"ı. dinlemiyor, karşındaki insan olmasına rağmen umursamıyorsun. dilden döküldüğü kadar gerçek değil, gerçekleştiremedikçe sözleri, sürekli çeliştikçe kendinle. eleştirmedikçe kendimizi, bir durup düşünmedikçe bazen, sözleri ve eylemleri giderek yok olmakta olan bir kurgusal benlik olarak izsiz kalırız. saatler süren kovalamacalar, dolanmalar, duraksamalar boşluğun içine salınıvermiş hareketsiz bedenlerden farksız. üstelik sen de giderek onlara benziyorsun, artık dinlemiyorsun.