21 Ocak 2009 Çarşamba

.kayıp gün(ler) den sonra yeni bir gün.

.taşkışla'da geçen 70 küsür saat uykusuz 3-4 günden sonra evimdeyim ama bilir misiniz hala 90'lar etkisindeyim. oya&bora ile büyüyen 5-6 yaşındaki çocuk halim geri geldi taşkışla da sabahlar iken. "kesik+yanık eller" kombinasyonuyla makas eller johnny ye karşı rakibim artık. koridorun korkulu adamı emin onat ile geçen 3 gece bunla bütünleşen günlerden sonra ev garip. her neyse.
her gece çıkılan gezilerde, çatıda mimarların tuzaklı sınıfından çatıya uzanıp ay dedeyi aradık, anladık ki götkafes onu da himayesi altına almış. mimarlar ya yoğun ve sınıf düzeninde birlikte çalışıyorlar ya da tek başlarına süit odalarda. ama hepsi sessiz. hele bir şehirciliği ziyaret etselerdi 90'lardan 70'lere müzik kuşakları, bitmeyen kahkahalar, otoket yardımı aktarımları çığrışları vs. ile karşılacaklardı. taşkışlanın .atı sınıfları geceleri ticarethaneye dönmüştü, görünüşe önem vermeyen insanalara özel kettle var idi, valla içeri danışmadık ama kettle sabahlara varan saatlerde şart. bizim özel mutfağımız var idi tabi, kettle da bir şey mi cam önü buzdolabımız, şarap mahzenimiz, dünyanın her yerinden çay çeşitleri vs...
o zaman resimli hikaye kitabıyla bu günleri özet geçelim;




biz seni çok sevdik emin onat,ancak sen bizi hep korkuttun. elindeki ne, lütfen söyle...

sıkılmayalım diya bize eşlik eden çocukluğumuzdan kalan bir parça daha ama bu sefer kesinlikle "gerçek barbie".

rus ajanı, erotik yıldız çocuk programı sunuyor. sunucumuzun önündeki ayran-yoğurt sofrası da az sonra rakı sofrasına dönüşme potansiyelindeydi 2 gün boyunca.




.tabi. uykuya yenik düşenler olmadı değil.

.mutfağımızın merve eli değmemiş hali.sonra çeşitlilik artarak bir de düzenli hale geldi.



ve mimarların iletişim biçimi, ilanlar. kettle ilanını bir daha bulamadım, heralde satmışlar...

14 Ocak 2009 Çarşamba

.to find my homeland.

.bu şehr-i istanbul yordu beni. aklımda hep gitmek oldu istanbul olunca konu. şimdi evimden dışarısı yabancı bana. insanlar anlaşılmaz. aynı dili konuşuyoruz, dinliyorum ama anlamıyorum. sevgi duymuyorum, burada beni tutabilecek her türlü çekimi kaybediyorum. seneler ama kısa seneler içinde hayatımın geri kalanını buradan uzakta geçirme planları içindeyim. istanbul'a bir yabancı gibi gelip, 1 hafta kalıp geri dönmek istiyorum uzaklara. yabanileşen benim, istanbul vahşileşse de çok sorun değil.

.uzakta kalmak gerek bana buralardan. ada gerek. soğuk, sessiz, sade ada gerek.

12 Ocak 2009 Pazartesi

.nothing and nothing comes around.

.her an yıkılabilecek gibi duruyordu duvarın üstünde. gözlerinin altındaki morluk ayların bitkinliği miydi, yoksa sadece şu son bir saatte yaşadıkları, unuttukları, unutamayıp da çukurunda debelendikleri miydi? şimdi oturup bunları kimseye anlatacak değildi. başına inanılmaz ağrılar saplanıyordu, beyninden çıkmaya çalışan yaratıkları hayal ediyordu, onlarla baş edemeyecek kadar yıkılmaya yakındı, hem de duvarın üzerindeydi her an düşebileceği. çıkamadığı hiçliklerde boğulmaya bıraktı kendini. çevresindeki sesler giderek boğuklaşmıştı bir zaman önce, kestiremiyordu. anlam verebileceği sesler değildi, netsizlik hakimdi. görüntüler de daha çok bir emprisyonist ressamın fırça darbeleriydi. duygulanımlar anlaşılmazdı onun için, sesler de. benlik ve teklik hakimdi ruha. içindeki yaratıkların homurtusu yine beynini zorluyordu, dışarıyı arzulayan yaratıkların bitmeyen devinimleri. bir anlık ferahlık, huzur yine o anlaşılmaz insan sesleri ile bozuluyor ve sürekli içsel yaratıksal haraketler ve dışsal anlamsız yankılanmalar arasında daha çok sıkışıyordu.
uzandı gökyüzüne, denizler geçti bir balonun arkası süzülürken bulutların arasında, duvarlar gördü kocaman, insanları gördü o duvarların arkasında. o tarafa hiç geçemedi, hep onları izledi yukardan. üstlerinden uçarken düşmeye başladı, sonsuzca düştüğünü hissetti, ilerleyip hiç mesafe kat etmediğini. gidemediğini ve hala duvarın üstündeki oyunlardan yorulmuş bitkin çocuk olduğunu anlayamadı. bugünü anlayamadı.

11 Ocak 2009 Pazar

.the moon and the sleep and the icelandic feeling.



.bir süredir dream theater ile izlanda arası garip bir yerlerdeyim. her şey sevgili zihni müzik'te tesadüfen bulduğum awake cd'si ile başladı. müzik setimle birlikte her gün bu albümü 5-6 kere dinledik bıkmadan. her dinleyişimde daha çok sevdim scarred+space-dye vest'i. bu arada hep evdeyim, sabah kahvesi keyfi bile yapıyorum annemle. çoğu zaman yaptığım gibi anneme bir şeyler dinetip-izleteceğim. dünyanın en sevimli klibi olduğunu defalarca dile getirip izlettiğim sevgili blur-coffee&tv. izledik yine. kahve keyfine uydu bu. blur da birleşiyormuş. bakalım damon yine animasyon karakterlerle yeni işlerle bize seslenecek mi diye içimden geçirdim ben sonra da sesli düşündüm biraz. anneme bütün blur hikayesini özetledim sonra da gorillaz'dan bahsettim. dinledi beni, çok da önemsizdi aslında bunlar ama o dinledi, çünkü o bir anne, heralde ondan dinledi.
.odama geri dönüp yine gereksiz işler müdürlüğü yapmaya başladım, film araştırıyorum. nerden çıktı bilmiyorum ama bir dogme 95 muhabbeti ve onun üstün karşıma çıkan şaşırtıcı gerçeklerle olaylar birbirine bağlanmaya başladı.



tesadüf #001. blur-coffee&tv dogme filmleri listesinde.



bu arada dogme filmleri listesinde 3 adet türk yapımı da var. hem de biri bayağı eski
dogme filmleri derken "reykjavik 101" diye bir filme rast geldim bir blogda. haydi bir indireyim dedim. indi, izlemeye başladım. credits filmin başında ve gözüme çarpan bir isim, damon albarn. haydi.
tesadüf #002. damon albarn izlanda'ya da bulaşmış. hilmar'la izlanda filmine müzik yapmış.
neyse neyse deyip devam ettim izlemeye. film müziklerini bulamadım bir türlü ama azimliyim bulacağım.



.gün ilerliyor, hava kararıyor ve ay odama sızıyor. dolunaydı dün gece, uzun zamandır odamdan göremiyordum, gördüm. pazar akşamı-yani bu akşam da- geç kalınmış da olsa bir dolunay şarkıları gecesi var kadıköy'de, baktım ki başka şeyler de var. anton barbeau diye bir ingiliz arkaoda'da çalacak imiş akustik işler. adalılar kuşattı beni.
tesadüf#004. bu seride blur işle başlayan adalılarla olan ilişki önce izlandaya damon ile sıçradı, sonrasında geri bir sıçrama ile ingiltere'ye bağlandı yine.
.gece ilerliyor, bir yerlerden gelen bir film ismi, müzik filmi. yine izlanda. hemen indirilip izlenmeye hazırlandım. bu arada ay kaçmadan yere uzanıp bakındım ona. hemen bir şarkı geldi dream theather'dan.


tesadüf#005. "wait for sleep" dolunay gecesinde ay ile bakışan bendenizin hal ve durumlarını özetlerken bir yandan da genel uykuya geçememe halimi anlatmakta başarılı. yine dream theather, oysa sigur ros'a geçmeme bir adım kalmıştı.


(tesadüf#006.dolunay varken uyuyamayan tanıdığım tek insan dolunay varken geç bir vakitte iletişime geçti, aylardan sonra.)



.izlanda müzik filmi izlenirken dream theather'dan vazgeçememek ve izlanda'ya göç etmek düşünceleri beynimde karşıyor birbirine. anteni bozuk radyo gibiyim, frekanslar karışıyor. hiçbir şey durulmuş değil. garip izlandik blogları keşfesiyorum, dream theather konserleri indiriyorum ama an itibariyle amiina, frakkur, slowbow vb. izlandanın bizlere bahşettiği güzelliklerle oturuyorum.
bir de şunu keşfedip buradan da daha değişik yerlere gittim.
bunu okuyun. sigur ros'u en iyi anlatan yazı olmuş. tebrik ederim bu dostu.

9 Ocak 2009 Cuma

.kediler,bahçenin hayaleti,saçmalamalar.

.evinden çıkmayan asosyal kedi bildiriyor. dışarısı fazlasıyla ürkütücü bir hal almaya başladı. uzun sessizlikler, bunu anlamlandıramayan insanlar. griye yakın bir ruh hali içindeyim belki ama susmak rahat olduğum hal.
.tek başıma olmayı seçmem, ortabahçenin bir köşesine sinmem garip mi? bence değil. sonra kediler var hep zaten etrafımda. korsan, kürklü zibidi, bir de yeni bir kediler. şimdi kedilerden bahsedecektim aslında. bu yeni kedilerden birinin yüzü kediden çok yaşlı bir insan suratı. bakışları, duruşu hep yaşanmışlıklar ve yılların biriktirdikleriyle dolu. çok acayip. bir benjamin button yüzü var onda. onunla bakışmak insanı ürkütebiliyor.
.kedilerle yaşayan yalnız kadınlar gibi hissettim kendimi. ama hayır kedileri çok sevdiğim söylenenmez, sokakta, adada, ortabahçede sevebilirim ama evde değil.
.bu kadar saçma bir yazı daha yazmadım heralde daha önce.

4 Ocak 2009 Pazar

.within me a lunatic sings.

.yılın başında neler yaptım merak eden varsa okumaya devam edin lütfen.
.evet dediğim gibi kendime matara aldım. (işte bakın kendisi burda.)


müzik arşivini gözden geçirme işinde a harfini aştım.
.günde ortalama 5 film izler halde elimde şişler örgü ören anneanne gibiyim. 2 adet yelek ördüm 2 günde.



.noktasız 5 düştü geçen yıldan.



.adalı insanları seviyorum. çok seviyorum.
.ingilizler ve izlandalılar özel ilgi alanım. ingilizler serseri imiş ama ben serseri seviyorum.
.championship vinyl dükkanını içinde john cusack ile birlikte istiyorum.



.liverpool sahilinde jim sturgess beklesin, ingiltere'ye geliyorum.



.1 haftadır alkolsüz bedenim giderek sağlığına kavuşurken sanırım akıl sağlığımı yitiriyorum. bunun farkında olacak kadar aklım var henüz.