28 Haziran 2008 Cumartesi

.dondu. durdu. döndü. baktı. görmek istemedi. kaçtı. saçmaladı. düştü. kalkamadı. oturdu. dizileri üstüne çöktü. çöktü. bitmedi. ağladı. sadece gözyaşlarını izledi. duramadı. durduramadı. kalktı. tekrar düştü. kendini unutmak çabası içinde gözlerini kapadı. içinde durmayan ama bir türlü dile gelmeyen sıkıntılarını taşımaktan bitkin düşmüştü. yerinde kalıyor, duruyor, susuyor, arkasına dönüyor, başını eğiyor, yüzüne bakmadan insanlar arasında kalmaya çalışıyordu. ne kalabalıklar vardı huzur veren ne de sesler arası yalnızlıklar. sıkıntılar taşardı içinden ve sadece kendi hissederdi boğulduğunu. görenler anlamaz ve bilmezdi halini. tanımsız ve anlamsız bir halde, saçma düşünceler arası gidip geliyor, duramıyor ve yine düşüyordu. kalktı, çöktü, ağladı, bitti, bitiremedi. kelimelerini tüketirken çaresiz ve hisszidi. hissetmeden yaşıyor, kayboluyor, yoldan çıkıp kaçıyordu bilemediklerinin sonuna. en sonuna. sonu olmayan anlara ve günlerle boğuşarak bekliyordu. bilmediklerini ve görmediklerini unutup, sonuna varmak istiyordu.
.derin derin iç geçiriyor, nefesi sıkışıyor, kalbini hissediyor ve kaybediyor. gözleri kapanıyor, dünya durmuyor ama zaman geçmiyor. bitmiyor.
şarap kokusu var havada.

26 Haziran 2008 Perşembe

.babe i'm gonna leave you.

.cried my eyes out.

.aradan yıllar geçti, 4 yıl kadar. çoçukluğun paylaşıldığı yaz aylarından geriye kalan birkaç fotoğraf ve gazeteden kesilmiş bir vesikalık var. eksikliği büyüyen ve bir kayıp. çoçukluğun bir yarısı yok bende 4 yıldır. denize girmek o denizde daha zor. o yollardan yürüyüp eve gitmek daha zor. gece ateşböceklerini izlemek, yıldızların kaymasını beklemek dalga seslerine karşı tek başına. hepsi uzak, eksik.

.can't scream, still can't.

.evimde olmak çok zor, ulaşamadığım ve paylaşamadığım için. kendini anlatma çabası boşuna ve anlamsız geliyor yine. denemek istemiyorum daha fazla. biraz daha sabredip hayatımı şekillendiriğim biçimde yönlendirmek istiyorum sadece. evden uzakta, gökyüzü altında. kendimi attığımda bir tepeden, süzülürcesine inmek gibi. sadece bu kadar.

.i get lost on this unknown planet.

.nerde olduğunu bilmek her zaman rahatlatmıyor insanı. bildiğin sokaklarda bilinçsizce gezinmek, kaygısız olmak arzusu var daralan zamanlarda. sorgulamamak, o binada kimin yaşadığını düşünmeden, o merdivenlerde biten gecenin kahkahasını duymadan, karanlıkta sokak lambası altında gözyaşlarını hissetmeden, geçmişin her anını bir süreliğine hissetmek ve hatırlamak zorunda kalmadan. böyle bir kayboluş ve yitiş.

.soon be gone into the wild.

biraz daha vaktim var şehirlerde yaşanacak. ama çok değil. istediğim bu değil. kalabilmek mümkün değil. yazılar, suskunluklarla birlikte her şeyi bırakıp gideceğim birdenbire. kendimi daha fazla zorlamadan. kimse mutsuz olmadan.

21 Haziran 2008 Cumartesi

.hayatı mahvetme sanatı.

.yitip gidiyorlar, giderek uzak durmama sebep oluyorlar. insanlar kaçtığım ve korktuğum dönüşümler geçiriyorlar. kaçıyorum. kendileri olduklarını düşündüğüm hallerinden çıkıp sürünüyorlar, kendi seçtikleri biçimlerde. bedenlerini ruhlarını tüketiyorlar farkında olmadan, tüketim nesneleri arasında kaybolmuşlar. sahip oldukları anlarla yetinmeyi bilmiyorlar, üstelik bencillikleri şaşkınlık verici. görmezden gelebiliyorlar kolaylıkla zorlukla yaşayan insanları. kendi keyifleri ve rahatları öncelikli olmalı. inanamıyorum bu kadar değişebilip de vurdumduymaz olduklarına. başkalarından önce kendilerine olan saygılarını yitirmişler. üzüntü verici ama artık benim için kesinlikle katlanılabilir bir durum değil. kaçıyorum. daha sade ve kendi halinde bir hayat için, çevreye ve insanlara değer verebilmek için, bu gereksiz şaşkınlıkları yaşayıp boşuna canımı sıkmamak için. üzgünüm ama onlar hatalı ve ben dile getirmekten bitkinim. çok korkunç olduklarını, hayatlarını boşu boşuna nasıl mahvettiklerini aynalarla yüzlerine yansıtmak çözüm mü? insan istediğini görmekte ve kendine yalan söylemekte çok başarılı ne yazık ki. kendini kandırmaca ve birçok şeyden sıyrılmaca.
.belki de tek hata benim. o zaman da benim birilerinden uzak kalmam gerek can sıkmamak için. kendimle kalmalıyım. şaşkınım ve üzgünüm.
.kalabalıklardan yoruldum, sessizliği çağırıyorum içimden.

18 Haziran 2008 Çarşamba

.gün özeti.

.durum 1.dolunay var bugün. kurt kadın olma ihtimalini bekliyorum.
.durum 2.özel bir gün değil bugün ama herkes bir şekilde özel kılmaya çalışıyor. neden? tek başıma olmak oldu tercihim ve gerçekleştirdim.
.durum 3.20 yaşında olmak yeterince alışılası zor bir durumdu ve şimdi 1 sene daha yitti önümde.
. durum 4. olimpostan beri içimdeki huzuru bozan ya da yıkan hiçbir şey yok.
.durum 5.şarap istiyorum. odamda hala açılmamış bir şişe var ama tirbuşon kayıp.
.durum 6.sevdiğim insanları gördüm bugün. konuştum biraz. sustum birçok.
.durum 7.yağmur yağmadı yine ki çok diledim. illa ki inançlı olup da dua mı etmeliyim.
.durum 8.sıkıntı değil de huzur "nem"lendi bugün.
durum 9.gevende'yi özledim. pazar gününe kadar sabretmek var önümde.
.durum 10. noktasız #003 hazır ama niye bastırmıyorum ki? ofis yaşamı kısıtlıyor insanı kendi işlerini yapmaktan.
.durum 10.insan hep tüketirse ne kalacak elinde? kaç kişi hala duyarlı? sorgulamaktan yorulsak da sorgulayıp devam etmeliyiz.
.durum sonsuza gider, en iyisi herkes kendi işine baksın. ben de biraz daha "nem" leneyim.

12 Haziran 2008 Perşembe

.tespit,analiz, vs.

.tespit1.sabah hep aynı saatte bindiğim erenköy2-mahalle arasında anılan adıyla "er2"-otobüsünü saçma sebepler zinciriyle kaçırınca binmek zorunda kaldığım pendik-kadıköy otobüsü, bizim duraktan hep ağzına kadar dolu geçer. ama çok açık bir sebeple göztepe tarafında bir boşalır. bu tespit öncesi açıklama oldu, şimdi tespit geliyor: pendik tarafında oturan kadınların çoğu göztepe-selamiçeşme arasında evlerde çalışıyorlar. ne kadar yararlı bir tespit.
.bu dünyayı kurtaracak tespitin ardından, eminönü motoruna binip 1 haftadır her gün gittiğim ofise yollandım elbet.
tespit2.bu ofis denen mekanlar iletişimsizlik için tasarlanmış olmalı. her masada bilgisayar. 2'şer masa birbirine yapışık ve simetrik olarak dizilmiş geri kalanlar da. karşı masadakiyle en az iletişim çünkü bilgisayar ekranı daha cazip. yandakilere laf atmak daha kolay ama yine de yarı sırtın dönük. fiziksel olarak en yakın olduğun, sırt sırta verdiğin insanla "-sonsuz" iletişim. sonuç:insanlar iletişmeden çalışsınlar.
.evet bugün de bitti deyip 8 saatlik yorucu ve saçma işleri arkamda bırakıp kapıyı çekip çıktığımda kararım şişhane ve oradan da tünel e varmaktı. evet bunu gerçekleştirdim. tünel, karamuk çaycısı, hem de oturacak yer de var, ama yürüyeyim dedim. galatasaray'a kadar gelip çay içeyim diye hemen mustafa abi'ye yöneldim, oturacak yer de vardı, ama pasajdan geçip tekrar tünel e yüneldim. büyük londra yı selamladım, tepebaşındaki şarapçıyı da. asmalımescit sokaklarını geçtim ve tünele vardım yine. galiba karaköy vapuru beni bekliyordu, ben de bekletmeden koştum ona. haydarpaşa ve eve varan sokaklar.
.tespit3.güneşe batmak ve doğmak yakışıyor. ben doğan güneşimi bir yerlerde kaybettiğime eminim. artık doğmasına tahammül edemediğim bir şey oldu kendisi. o güneş beni istemiyor, ben onu hiç istemedim zaten. güneşi sokaklarda batırdıktan sonra bir daha asla doğmamasını isteyebilirdim ama bir baktım bana bir şey diyordu müzik çalarım. nayu. güneş batarken tesadüf edilebilecek ve güneşe olan bu sert tavrımı ertelememi sağlayacak şey. benim güneşim kaybolduğunda nayu çınlamıştı içimde. yine yaptı yapacağını. ama bu güneşe karşı olan sert tavrım kesinlikle benim güneşimi en son nerede doğarken izlemeye doyamadığımla ilgili olabilir ki biliyorum hep bozcaada işleri bunlar. bir de olimpos-antalya yolu vardı en son ama içimde yine üstümde yoğun bir gevende etkisi olduğundan sanmıyorum ki o güneşin de doğmasını istemezdim aslında. en son 2006 ağustos ve bozcaada da doğan güneşimi aradım, kaybolmadı hala oralarda ama burada değil. sonuç:güneşe batmak yakışıyor, güneş niye var. ışık isteyen kim?

9 Haziran 2008 Pazartesi

."lost control" dedimse bu kadar da olamaz.

.bu bir işaret olabilir felsefesine inanmaya başlayacağım. gördüğüm garip rüyalar, nedensiz huzursuz tavırlar, sinirli halim hayra alamet değilmiş. kendime tahammül edememem, kendime olan nefretin kontrolü yitirmemle birlikte geri gelmesi ve kontrolü yitirmenin kötü değil de iyi sonuçlarını-göreceli-almak çelişkisiyle yine de bunalmak. kendine zarar verme eylemlerine yakınlaşan insan halleri içinde ben ve yaşanan sıkıntının patlama noktasında geri dönüş. hayır kabus bitmiş olmalıydı. kaset geri sarılmaz insan istemedikçe.
.şimdi tekrar şişelerce şarap, nordik müziği, cihangir merdivenleri, tarlabaşı evi, ofise gidememe yalanı, gündüz beyoğlu keyfi, parasızlık sürünmesi yaşanması gerek. hayır ne yazık ki bunlar olmayacak. hem de en keyifli kısımları. dostlar meclisi küçüldü şimdilik, herkes memleketinde. ben tek başıma-en sevdiğim hal-odamda içip içip ağlamak isteğindeyim ya da sadece uyumak. ama hayır yarın ofise gidip yine outocad başı işler bekler beni.
.kendimden nefret ediyorum. engel olunamaz biçimde.

7 Haziran 2008 Cumartesi

.ofis hali.

.aynı ofiste pek de birbirleriyle pek iletişmeyen ama o yüksek binalarda çalışan dev ofis insanları gibi selamsız sabahsız da olmayan birtakım insanlar içinde çalışmakta iken, kulaklıklar ve küçük hoparlörlerden gelen sesler ve benim hala teki bozuk kulaklığım. bir an kendi dinlediğim sesi dışardan duydum. kulaklıktan taşan ses. tabii ki benim ki değil. acaba kulaklık çıktı da ses dışarı mı gidiyor diye baktım ama değil. inanılması güç olan, benle aynı anda birinin aynı müziği bu pek de iletişilmeyen mekanda dinlemesi olan ama gerçek olan da aynen bu idi. evet seha can, o müthiş 4 şarkısı durmadan dönüyordu.
.birbirini tanımayan insanlar arasında böyle bir ofiste böyle bir şeyleri yakalamak inanılmaz güç veriyor insana. hem de seha can'ın "ofis" üstüne olan sözlerinden sonra daha da ilginç bir tesadüf.

1 Haziran 2008 Pazar

.ben yokum.

.yapmamı engelleyen bir şeyler var. tembellik denemez. bir dürtüyle bomboş ekrana bakmak zorundayım. doğru olana uzak gibi dursa da içimden gelen bu. sadece delicesine sokaklarda koşmak var içimde. birileri beni tutana ya da nefesim bana izin verene dek.
hata 1: kendini bildiği halde insan kötü hali gizlemeye çalışmak ama asla kendinden kaçamamak.
.her hatanın bedeli vardır'a inanmıyorum. evet hala inanmıyorum. akışın getirdiği, zamanın sürüklediğidir yaşanan. kendimden nefret etmenin sınırlarını zorlarken tek yapabildiğim içimdeki çığlıklara katlanmak. sabretmek. bugün de bitsin ve bugünün uykusuzluğu sonsuza yakınsarken yorgunluktan uyanamayacak halde bıraksın beni. sabretmek sonunda özlemlenen dinginliğe ya da hiçliğe varmak için.
hata2: kendini sürüklerken başkalarını da yanında götürdüğünü fark edememe.
neyse ki bugün bir felaket ortamı yaratmadan çabucak uzaklaştım oralardan. buralarda zor duran beden isyankar ve küskün her şeye. benden uzak kalın demiştim size.
.yarından itibaren şişeler birikecek evimde duvarları aşarcasına. içlerinde çiçekler solacaklar. çiçekleri yaşamak için ihtiyaç duyduğu sevgiyi ve ilgiyi gri kişiliğimde bulamayıp üzülecekler kendi adlarına. veremediğim her şey ve yıktığım her şey için üzgünüm. çok da umrunuzda olmamam dileğiyle. yalnızlığımı bana bırakın. anlamaya çalışmayın. içi boş.